| |
Yaz başında Ankara
SABAH'ın Ankara'daki "Yaza merhaba" davetinde Türkiye'yi yöneten kadroların önde gelen temsilcileriyle sohbet etme imkanını bulduk. Gözlemimizi tek cümleyle özetlememiz gerekirse, siyasiler yorgun, bürokratlar bezgin, yüksek yargı ise gergin. Buna, bugüne kadar halının altına süpürülmüş veya zamanın çürütücü etkisine bırakılmış sorunların, önümüzdeki günlerde iç ve dış dinamiklerin etkisiyle masaya getirilmesi olasılığından duyulan kaygı ve tedirginliği de ekleyebiliriz. Kıbrıs Rum kesimini de gümrük birliği kapsamına alan Ek Protokol'un Meclis'ten geçirilip geçirilmemesi kavgası gibi... Ermenistan sınırının açılması taleplerinin zorlamaya dönüşmesi gibi... ABD ve AB'nin, Suriye'yi "ağır tecrite alma" politikalarının delinmesini önlemek için Türkiye'ye tam saha pres uygulamaları gibi... Ve en önemlisi, son noktanın konulduğu bildirilen Müzakere Çerçeve Belgesi'nde Türkiye'de kıyamet koparacak, hatta AB hevesini öldürecek koşul ve taleplerin yer alması korkusu gibi...
Kamuoyunu hazırlamak Brüksel'den gelen haberler, ne yazık ki, bu korkuları doğrulayıcı nitelikte. Kendi derdine düşen AB'nin, halklarına "Merak etmeyin, Türkiye çok uzun süre, belki de hiçbir zaman aramıza katılmayacak" mesajı ya da güvencesi vermek için, belgeye akla gelebilecek her türlü olumsuz unsuru eklediği anlaşılıyor. Zaten o nedenle TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı kamuoyunu hazırlama kampanyasının düğmesine bastı. "Karşılaşacağımız en önemli şok dalgası, Müzakere Çerçevesi denilen metin olacak. Kıbrıs'tan ucu açık müzakereye ve imtiyazlı ortaklığa kadar birçok olumsuz ifade bu metinde veya birtakım demeçlerde önümüze çıkabilir" diyor Sabancı ve ekliyor: "Oyunun kuralı, Türkiye'nin de kendi müzakere çerçevesini ortaya koyması, bu siyasal söyleme kendi kararlı ve özgüvenli siyasal görüşleriyle karşılık vermesidir. Burada önemli olan müzakerelere 3 Ekim'de başlamaktır." Sonra da üç öneri sıralıyor: 1- Gelişmeleri doğru okuyarak, doğru stratejiler tespit etmek. 2- Kendi ekonomik, siyasal ve sosyal gündemimizi kesintisiz olarak sürdürmek. 3- Toplumla diyalog kanallarını açık tutarak, bu ulusal projenin toplumsal desteğini sürekli yüksek tutmak.
Ankara hapşırırsa TÜSİAD'ın önerileri doğru. Ancak birkaç önemli nokta unutulmuş: Ortada kesintisiz sürdürülecek ekonomik, siyasal ve sosyal gündem yok. Daha doğrusu biri bitmeden bir yenisi icat edilen yapay tartışmalar, gerçek gündemin yolunu tıkıyor. Ayrıca yorgunluk nedeniyle çabuk parlayan bir siyasal kadro var. Örneğin Alman parlamentosunda oybirliğiyle kabul edilen Ermeni tasarısının sorumluluğunu Başbakan Schröder'e yükleyen Başbakan Erdoğan'ın "Ben siyasetin omurgalı olanını seviyorum" çıkışıyla yarattığı tahribat kimbilir ne kadar sürede onarılabilecek... Yöneticilerin yorgun ve asabi bir tablo sergilediği dönemde halkın nasıl şevkli, soğukkanlı ve kararlı olabileceğini, doğrusu çok merak ediyoruz. Ankara'nın Türkiye gerçeğini yansıtmadığını düşünebilirsiniz. Ama Türkiye, Ankara'dan yönetiliyor. Hem de her zamankinden sıkı şekilde. O yüzden de Ankara hapşırınca, Türkiye nezle oluyor. Dileriz yaz tatili Ankara kadrolarına bezginliği atmak, moral tazelemek için bir fırsat oluşturur. Türkiye tarihinde bir dönemeç olacak kritik sonbaharda kazaya uğramamak için tek ümidimiz bu. Davetin sonunda bir siyasetçi vedalaşırken iç çekerek "Ne olacak bu memleketin hali" diye sordu. Cevabınız var mı?
|