|
|
|
|
|
Eşimden ayrılınca çok yalnız kaldım
|
|
Einstein'ın İzafiyet Teorisi için beste yaptım. Tam altı ay uğraştım. Boşandıktan sonra bu şehirde arayacak kimsem kalmamıştı...
Eşimden ayrılınca tek başıma kaldım
Einstein'ın İzafiyet Teorisi için özel bir beste hazırlayan ünlü piyanist Fazıl Say'la bu büyük başarısını ve özel hayatını konuştuk.
Geçen hafta akşama doğru Fazıl, telefonla aradı.. "Einstein bestesini bitirdim, kadeh kaldıracağız, gelirsen sevinirim.." Ne bestesi, ne Einstein'ı diye kendi kendime sorarken, "klasikçiler''in bir raconunu da öğrenmiş oluyordum böylece... Hissettiğim kadarıyla, onlara göre "beste'' bir doğumdu... Öyleyse, doğum sonrası "bir dost sofrası'' oluşturulmalı, basılan son tuş ya da yazılan son notanın şerefine kadeh kaldırılmalıydı.. Hoşuma gitmişti doğrusu... Ama... Nicedir Fazıl'la ahbaplık ediyor, yoğun dünya konserleri sonrası geldiği İstanbul'da buluşuyor, hayattan ya da "iç sıkıntılar'' dan konuşuyorduk da.. Ve anlatıyor, anlatıyordu da.. Einstein anısına bir beste hazırlığı içinde olduğundan hiç söz etmiyordu.. "Tek bir kelime'' dahi etmemişti .. Bravo ve helal tabii ki.. "Einstein'ın İzafiyet Teorisi'ni besteyle selamlamak, bir de orkestrasyonunu hazırlamak.. Şapka... Çünkü, yılda 160 dünya konseri veren, film müzikleri ya da çeşitli özel projelere imza atan bir besteci-piyano virtüözü için vakit, "altın'' değerindeydi.. Demek ki, o "altın'' gün ve saatler bulunmuş, bir besteci için, kariyerinde kilometre taşı sayılacak projeye de imza atılmıştı böylece.. İşte, telefon ettiği sıradaki şaşkınlığım da bundandı.. O gece kadeh kaldırdık elbette... Mutluydu Fazıl Say, hem de çok, sadece bitirdiği için değil... Düşünsenize, Einstein'ın da ders verdiği Zürih Üniversitesi'nin 150'nci Yılı... Bir de Einstein'ın "Rölativite Teorisi'nin 100'üncü Yılı kutlamalarında... Yani, 3 haziranda, Zürih'te, Zürih Orkestrası'nın önünde, gala gecesinde... Dünyanın dört bir yanından gelmiş 3 bin bilim adamının izleyeceği bir konser vermek... Ve bu konserde hem orkestrasyonunu hazırladığı hem de yazdığı "Einstein bestesi''ni sunmak... Bir de aynı günlerde dünyanın en büyük klasik müzik kanalı Mezo'da beşinciliğe yükselmek. Daha ne olsun ki.. Kadeh kaldırmakla kalmadık... Geçen pazar evinde de buluştuk... Projenin ayrıntılarını konuştuk, genç bir piyanistin başına gelebilecek 'en güzel şey' olan bu teklifi nasıl aldığını, sonraki projelerini, dünya konserlerini, 'uçak notları'nı, İstanbul'u mesken eylemesini vs... Fotoğraf çekimi ve iki saatlik muhabbet sonrası, keyifle yerimizden kalktık ve Fenerbahçe-Galatasaray maçını izlemeye gittik...( Fazıl, sıkı Fenerbahçeli! Ben de 20 yıl sonra ilk kez maça gidiyordum!) Hayat da değişmişti, tribünler de tabii... Kale arkasındaydık, Galatasaray semalarına doğru kulağımızdan vızır vızır küfür gelip geçiyordu! Hem de yakası açılmadık küfürler... Ne yapalım olsun varsın!
* Projenin başlangıç noktasından başlayalım! Zürih Üniversitesi, geleneği olan, fende öncü üniversitelerden biri. Einstein'ın Röntgen'in, Nietzsche'nin hocalık yaptığı okul.
* Bilimin mabedi yani... Evet, şimdi, 150. yılı kutlanacak. Gelmiş geçmiş en büyük bilimsel buluş olan Einstein'ın 'İzafiyet Teorisi'nin 100'üncü yılı olması dolayısıyla görkemli bir kutlama düşünüyorlar. Bana da bu çerçevede, Üniversite Rektörü'nden bir talep geldi. Neden bana geldi? Çünkü, rektör ve üniversitenin diğer pek çok öğretim üyesi daha önceki konserlerime geliyorlardı, sıkça hayranlıklarını dile getiriyorlardı. Einstein'ın anısına teorisini de içeren bir beste teklifinde bulundular. Ben de severek kabul ettim. Aylardır hazırlanıyordum. Böyle bu eseri yazmadan önce, (Aptallar İçin Einstein) diye bir kitap okudum.. Normal Einstein okumak mümkün değil, çünkü ciddi anlamda süper fizik falan bilmek lazım..
* Bir besteci için sıradışı bir çalışma.. Altı ay uğraştım... Önce hızlı bölümünü yazdım. İzafiyet teorisi müthiş... Teoriyi müzikle anlatmak.. Ritimlerin birbirini sıkıştırması, birbirinin üzerinden geçmesi.. Kudümlerin yarattığı ritimler, birbiriyle çakışan ritimler, birbirini değiştiren ritimler..
* Lise bilgileri de devreye girdi galiba.. Aptallar için Einstein'dan öğrendiğim şeyler var, bir de eserin teorik bölümü çok zaman aldı. Birinci bölüm, buluş arayan bilimadamını anlatıyor. Üçüncü bölümde de yüz yıl sonra yani, İstanbul'da yaşayan genç bir müzisyen çok değerli bir bilimadamını saygıyla anıyor; bir ağıt var yani.. Ağıt derken, saygıyla eğiliş var. Son bölüm biraz romantik. İnsan Einstein. Bisiklette dilini çıkarıp insanlara komiklik eden Einstein.
EINSTEIN'I HALK DA DİNLEYEBİLMELİ * Sorumluluk gerektiren bir projenin ağırlığı üstüne çöktü mü? Kendimi sınav verecekmiş gibi hissetmedim. Besteci her şeyden önce kendi beğenmeli, akşam düşündüğünde halk onu sevmeli diye yatağa girmelisin.. Yani, ben, Einstein bestesini Türkiye'de Ege bölgesinde sıcak bir ağustos gecesi de halka çalabilirim diye de besteledim, onlara da tekrar Einstein'ı hatırlatalım diye. Einstein kim. Hepimizin hayatında olan bir figür.. Akçay'da yüz elli kişilik bir tatil ekibine plajda bu parça çalınabiliniyor olmalı. Zürih'te üç bin bilimadamına, kafası 250 IQ insanlara çalınacak diye değil sadece...
* Sınırsız bir özgürlük verdiler mi sana? Sınırsız... 3 haziranda hep beraber, 3 bin kişi otobüslerle gideceğiz, konser salonuna çalacağız ve kutlayacağız.. İki sene önce bu besteyi yapmaya karar verdiğimizde rektörle yemek yiyip şarap içtik. Adam, 'Senin en beğendiğim eserin İpekyolu.. O Çin'den başlayıp Anadolu'ya gelen, yağmur altında Ankara'nın Taşına Bak'la biten İpekyolu gibi bir şey istiyorum' dedi. 'Neden?' diye sordum. 'Bizim Avrupalılar kısıtlı düşünüyor. Türkiye diye bir yer var, Pakistan diye bir yer var, Amerika var Latin vs.. Yani biz burada Orta Avrupa'da sıkışığız. Evrensel, yani bütün gezegeni kapsayan şeyler olsun. Ben bunu açmak istiyorum insanlara' dedi.. Bu yüzden de çok cesaretlendim. 'Ne olursun biraz evrensel yani bütün gezegeni kapsayan şeyler olsun' dedi...
* Avrupa'da saygı görmek, beklentiler, zorluklar, keyifsizlikler... Benim için önemli olan devamlılığı kurmak. Hakikaten hayatımı ben buna verdim Nebil. Orada başarılı konserler vermeye verdim yani. Zürih konserlerimin otuz tanesinden üçü kötü geçtiği için kızdım kendime.. Anlayan, bilen, hatta doymuş olan bir kitle. Daha önceden 20. yüzyılda yapılmışlara doymuş bir kitle. Şimdi onun üstüne çıkan birisini merak ettiği için geliyorlar. Şimdi aslında hayatımın öyle zorlukları var ki.. Bunca konser telaşı arasında, uçak, otel, bavul, pasaport vs, üretimi yıpratan şeyler yaşıyorsun. Benim her zaman dünden daha iyi olmam lazım. Dünkü gibi çalamazsın hiçbir zaman, o anda akan bir nehirsin sen. Bir enerji, lazer ışınları gibi buluşuyor, yani orada patlamalar oluyor, insan enerjisinden gayret alan, ama acıklı olan, son selamı verdikten, 15-20 dakikalık büyük bir alkıştan sonra, son selamını veriyorsun ve 'bu gece de bitti' diye kulise gittiğinden itibaren aslında çok yalnızsın, yalnızlık tekrar başlıyor... O zor... Yani, bu yüzden ben Türkiye'ye taşındım. Arizona'da konser veren Fazıl Say'la, Diyarbakır'da konser veren Fazıl Say çok farklı. Ben de doğru karar vermiş olduğumu hissediyorum.
* Alınganlığın var mı? Var, benim çok hatalarım da var, alınganlığım da agresifliğim de saldırganlığım da. Yalnız şimdi şöyle bir dönemeçteyim. Benimle altı ay önce konuşsaydın bayağı cesaret kaybetmiş bir insan bulurdun karşında. Ama şimdi savaş açtım. Kendime dedim ki 'Benim kuvvetim bu.' Gökyüzünü tekrar aydınlanacak diye bir anda tekrar fırlıyorum şimdi.
* Türkiye'ye yerleştikten sonra ülkeyi daha iyi tanıdın mı? Benim çok tuhaf bir Türkiye sevgim var. Mesela ben Ankara'yı çok severim, İstanbul'u az severim. Anadolu toprağı gibi bana yardım edeni yok. Gökyüzü, yıldızı, gecesi. Ondan sonra tabii Aşık Veysel sevgisi, Nazım Hikmet, Anadolu toprağının insanlarını, onları çok iyi koklayabilir ve o tür yaşayan insanları gördüğümde de yaşayan arkadaşlarımızı... Onları da koklayabiliyorsun ve bu çok güzel dostluklar yaratıyor. Yani bu Zürih'te tanıştığın, üç beş gün beraber olduğun bir dostluk gibi değil, çok derin bir şey, kök salmak gibi. İstanbul'daysa kendimi stresli hissediyorum. Artık neredeyse tamamen eve kapandım. Biliyorsun eskiden ben çok çıkıyordum ama daha çok evimde kalacağım kızımla birlikte...
BESTECİ TÜRK, ŞEF ERMENİ * Ermeni kız, Türk genci aşkını anlatan Akdamar projen vardı... Evet. Bak şimdi.. Bu mesele olduktan yüz yıl sonra biz Türkler ve Ermeniler nasıl tekrar dost kalabiliriz? Zülfü Livaneli ve Sezen Aksu Yunanlı sanatçılarla konserler verdiler. Buzlar erimedi mi? Hem de nasıl. Sanatçıların olağanüstü gayretiyle Ermenilerle dost olmamak için hiçbir sebep yok. Akdamar, bir Ermeni-Türk ortak projesidir, güzelliği orada yani. Çalışmamda koreografı da Ermeni olabilir, ışıkçısı Türk olabilir mesela. Bestecisi Türk, orkestra şefi Ermeni. Bunu yapabiliriz. Bu bir dostluk projesidir bir adımdır, anlatabiliyor muyum, bunu sanatçılar yapar zaten. Dostluk adına olduktan sonra buzlar erimişken tartışmak çok daha sağlıklı. Politikacılar için de nitekim şu anda Türk-Yunan ilişkilerinde bir problem yok. Akdamar da çok güzel bir aşk hikayesi, 70 dakikalık bir bale müziği bu ve muhteşem bir sahne dekoru ve bale olayı olacak. İnsaniyet dostluklarla pekişir, tuğla koymakla olur bu, böyle düşmanlıkla değil.
* Türkiye'de keyif aldığın kulağına hoş gelen şeyler üretiliyor mu? Sezen Aksu'yla ilgili yanlış anlaşılan bir söz söyledim. Ben ona değer veriyorum. Gerçekten yapılan diğer işlerden daha farklı olduğunu, yapılan diğer işlerden daha derin olduğunu, burada yaşarken fark ettim. Sezen için, 'Burada tanrıça yapılacak bir durum yok' demiştim... Tanrıça yapılacak bir durumun olmadığını hala derim ama diğer popçularla aynı kefeye sokmam yanlıştı. Hayatsal ve parapsikolojik derinliği var Sezen'in, hoş yani... Tekstlerinde de, müziklerinde de diğer popçulardan çok daha ilerde.
* Sizin evde ne dinleniyor? Bizim evde caz dinleniyor, klasik müzik dinleniyor bir de Aşık Veysel dinleniyor o kadar. Bütün mevzu budur. Benim babamın evi de budur ve iyi sonuç iyi meyve veriyor. Sezen'in geçen sene çıkan bir şarkısını birkaç kere dinledim ve çok sevdim sözlerini. Çok canım acıyor diye gelip geçiyordu şarkı.. Bir can yanması var hoşuma gitti ve beni etkiledi.
|
|
|
|
|
|
|
|
|