kapat
   
SABAH Gazetesi
 
    Yazarlar
    Günün İçinden
    Ekonomi
    Gündem
    Siyaset
    Dünya
    Spor
    Hava Durumu
    Sarı Sayfalar
    Ana Sayfa
    Dosyalar
    Arşiv
    Etkinlikler
    Günaydın
    Televizyon
    Astroloji
    Magazin
    Sağlık
    Cumartesi
  » Aktüel Pazar
    Otomobil
    Sinema
    Çizerler
Bizimcity
Sizinkiler
emedya.sabah.com.tr
Google
Google Arama
 
Stranger(s) in the night
Mafyayla ilişkisi film bile olmuş

Gezegenimizin en güzel yılları olan 1960'ları şarkılarıyla renklendiren Frank Sinatra'nın yeraltı dünyasıyla ilişkisi yeniden konuşuluyor. Hatta "Baba" filminde o da varmış. "Bay Ses"in ebediyen susmasından 7 yıl sonra...


Stranger(s) in the night

Gezegenimizin en güzel yılları olan 1960'ları şarkılarıyla daha da keyifli yapan Frank Sinatra'nın yeraltı dünyasıyla ilişkileri yeniden deşilmeye başlandı. "Bay Ses''in ebediyen susmasından 7 yıl sonra.

Buna bir portre mi demek daha doğru olur, yoksa portre içinde portre mi, veya bir portreyle geçmişe yolculuk mu; doğrusu karar veremedim. Ancak o ünlü "Göl" şiirindeki dizelerinde "Ebedi gecesinde bu dönüşsüz seferin / hep başka sahillere doğru sürüklenen biz / zaman adlı denizde / bir gün, bir lahza için / demirleyemez miyiz?" diyen ünlü Fransız ozan Alphonse de Lamartine'in çığlığı gibi bir şeylerin boğazımda düğümlendiğini itiraf etmeliyim. Birkaç satırlık bir haber yüzünden. Ve de galiba orta yaşın cebelleştiğim tüm sendromlarının başıma üşüşmeye başlamış olmasından. Anlatayım.


Geçenlerde "Reuters" ajansının Los Angeles çıkışlı bir haberini okuyunca, sinema tarihinin tüm dillerde ne kadar övgü sıfatı varsa hepsini paramparça etmiş -bence- tek yapıtı olan "Baba" filminin bir bölümünü anımsadım. Daha doğrusu bir "sinema şeridi" gibi gelip geçti gözümün önünden. Bilmem siz de hatırlayacak mısınız; birbirinin devamı olan, daha doğrusu birbirini tamamlayan üç "Baba" filminin ilkinde, 11 Mart 1972'de gösterime giren Marlon Brando'lusunda, Michael Corleone'nin kız arkadaşı Kay Adams'a itirafıyla başlayan bir bölüm vardı. Don Vito Corleone, yani babası, yani -filmin öyküsüne göre- 1945'lerde New York'un beş mafya liderinden biri, yeğeni Johnny Fontane'ye yeni filminde bir rol vermesi için Hollywood'un büyük yapımcısı Woltz'un şakağına silahı dayamıştı.

MAFYA UYARISI KANLI OLUR

Michael Corleone, öykünün başını şöyle anlatmıştı sevgilisine: "Fontane babama gelip yardım istedi. Oscar'lık bir film çekilecekmiş. O filmde mutlaka oynamalıymış. Ne var ki, filmin yapımcısı can düşmanıymış." Baba bu baskınlı-silahlı uyarıdan sonra bir süre beklemiş, Woltz'dan ses çıkmayınca evlatlığı ve danışmanı Tom Hagen'i göndermişti. Yapımcı ret cevabı verirse başına gelecekleri çok iyi biliyordu. Ama buna rağmen direndi. Ve ertesi sabah kan gölüne dönüşmüş bir yatakta uyandı. İpek yorganının altında sevgili yarış atının kesik başını buldu. İşte o Johnny Fontane'nin 1952'de ses tellerindeki kanama nedeniyle şarkıcılığa ara vermek zorunda kalınca umudunu Hollywood'a, oyunculuğa bağlamış Frank Sinatra olduğu söylenir durur. (Yönetmen Francis Ford Coppola, Baba'da Sinatra'ya Vito Corleone rolünü önermişti. "Hatta" demişti, "istersen senaryodan Fontane bölümünü çıkarabiliriz. Çünkü senin isteğinle veya telkininle orası filme eklenmiş gibi bir izlenim doğabilir.'' Sinatra teklifi reddetmişti. Ve Coppola çaresiz Marlon Brando'nun kapısını çalmak zorunda kalmıştı. Tabii o bölüm de senaryoda olduğu gibi bırakılmıştı.) Gerçekten de o sıralar, yani 1952'de -ilk görüşte vurulduğu- ikinci eşi Ava Gardner'le bir yıldır ikinci baharını yaşamakta olan Sinatra, Columbia'nın Fred Zinneman yönetiminde müthiş bir film çevirmeye hazırlandığını duymuştu: "From Here to Eternity", yani "İnsanlar Yaşadıkça". O filmde mutlaka oynamalıydı. Ne var ki Ava Gardner'i Columbia'nın patronunun elinden -yoksa koynundan mı dememiz gerekiyor- çekip almıştı. Üstelik ondan da eskiye giden kapanmamış bir hesapları daha vardı: Sinatra şarkıcılığının ilk yıllarında Columbia ile sözleşme imzalamıştı ama ünü artınca bir çalımla Capitol'e geçivermişti. Filmde Don Vito Corleone'nin ürkütücü tehditleri sayesinde rolü kaptı Johnny Fontane. Gerçek hayatta ise Frank Sinatra'nın kimin sayesinde "İnsanlar Yaşadıkça"da "Asker Maggio" rolünü koparmayı başardığı konusunda rivayet muhtelif. Kimi Joe Costellano diyor, kimi Gambino ailesinin danışmanı Joseph Gallo, kimi Lucky Luciano, kimi de - en güçlü olasılık- Sam Giancana. Hepsi de birbirinden ünlü, birbirinden dehşet mafya babası... Sinatra tüm karizmasını çizen bir ücret (sadece 8 bin dolar) karşılığı oynadığı o filmde öyle müthiş performans sergiledi ki ertesi yıl en başarılı yardımcı aktör dalında Oscar ödülüne layık görüldü. İkinci Oscar'ıydı. Altın suyuna batırılmış o ünlü heykelciklerin ilkini ABD'de o dönem en büyük toplumsal sorun olan ırkçılıkla mücadele ve hoşgörü konulu kısa metraj bir belgeselle 1948'de almıştı. (Valla hiç kimse kusura bakmasın; gecenin bir hayli ilerleyen saatinde lap-top'uma döktürdüğüm bu satırlara biraz mola veriyorum. Sinatra'nın 12 Mayıs 1998'deki ölümünden sonra piyasaya sürülen "Tüm eserleri" albümünden beni gençlik yıllarıma döndüren şarkının yer aldığı CD'yi küçük ve bir hayli eski model müzik setime koymak için. Hah, işte başladı: "Strangers in the night / exchanging glances / wondering in the night / what were the chances / we'd be sharing love / before the night was through" "Bay Ses"in o büyüleyici ezgilerine sinmiş, daha doğrusu gömülmüş gençlik yıllarımın anılarının gecenin o vaktinde ellerindeki kamaları, bıçakları, kılıçları kalbime batırmaya başladıklarını hissediyorum.

40 YIL ÖNCESİNİN ŞARKILARI
Ve de ürperiyorum. Kaç yılında Atlantik'in ta öte yakasından dalga dalga bizlere ulaşmıştı bu şarkı? Ve de ne zaman bir kuşağın romantik aşklarının büyüsü, muskası, şifresi olmuştu? Vay canına... Meğer 1966 ilkbaharıymış baba Franki'nin geceleri delen lirik şarkısının kalplerde havai fişekler patlattığı yıl. Neredeyse 40 yıl önce. Çağrışımdan çağrışımlara... Şimdi gel de Behçet Necatigil'in "Gizli Sevda" şiirinin dizelerini mırıldanma: "Hani bir sevgilin vardı / yedi-sekiz sene önce / dün yolda rastladım / sevindi beni görünce. Sokakta ayaküstü / konuştuk ordan burdan / evlenmiş çocukları olmuş / bir kız bir oğlan. Seni sordu / 'hiç değişmedi' dedim, / 'bildiğin gibi' / anlıyordu. Mesutmuş, kocasını seviyormuş / kendilerininmiş evleri / bir suçlu gibi ezik / sana selam söyledi." Sinatra'nın CD'den uzattığı mendille gözlerimdeki nemi kuruladım: "And ever since that night, / we've been together / lovers at first sight / in live forever / it turned out so right for / strangers in the night." İşte şarkı bitti. Konuya, yani portremize, Sinatra'ya dönebiliriz. Daha doğrusu "Reuters"in haberine.) "Frank Sinatra'nın mafyayla ilişkili olduğu kuşkuları yeniden su yüzüne çıktı" deniyor başlıkta. Yani hortladı. Ölümünden 7 yıl sonra. Habere geçelim. Anthony Summers ve Robbyn Swan adlı gazetecilerin "Sinatra: Bir Yaşam" adlı bir kitap yazdıklarından (bu hafta piyasaya verildi) söz ediliyor. "Vanity Fair" dergisinin kitaptan bazı bölümler yayınladığı duyuruluyor. Seçilen bölümler, Sinatra'nın sevgili dostlarından, dünyalar tatlısı komedyen Jerry Lewis'in anlattıkları. Şöyle: "Franki, mafyanın paralarının nakledilmesinde kuryelik yaptı. Ama gönüllü olarak girmişti o işe. Hatta bir seferinde içinde 3.5 milyon dolar bulunan bir valizle az daha yakalanıyordu. 50 dolarlık banknotlardan oluşan bu para demetlerinin zar zor sığdırıldığı valizle gümrüğe geldi. Görevliler valizi açıp kontrol etmek istedi. Franki tam paniklemek üzereyken, o sırada ona doğru koşan hayranlarınca kurtarıldı. Gümrükçüler, onca hayranın çevrelediği yıldızın valizini aramaktan vazgeçmek zorunda kaldılar. Açsalardı, Sinatra demir parmaklıkların ardını boylayacak ve bir daha hiç kimse ondan söz etmeyecekti..." Kitabın yazarları bu öyküyü naklettikten hemen sonra bir uyarı notu düşmüşler: Jerry Lewis o olaya bizzat tanık olmadı, sadece başka tanıkların anlattıklarından aklında kaldı. Olay da 1946'da Lucky Luciano'nun ABD'den İtalya'ya sınırdışı edilmesinden kısa süre sonra meydana geldi. Yani 1915 doğumlu Sinatra'nın şöhret merdiveninin henüz ortasındaki basamaklara bile gelmediği yıllarda. Bu "kaza"nın 1947'de Luciano'nun Küba yolculuğu sırasında yaşandığı sanılıyor. Frankie'nin 3.5 milyon dolarlık valizi ona Havana'da teslim etmekle görevlendirildiği ya da kendisinin gönüllü olarak böyle bir göreve soyunduğu, Miami gümrüğünden geçerken de ağa takılmaktan şansı sayesinde kıl payı kurtulduğu varsayılıyor. Doğrusu bu anekdotlar ve benzeri fısıltılar, dedikodular, ifşaatlar, bizi artık etkilemiyor. Çünkü yıllar önce "sır" olmaktan çıktı. Sinatra'nın ölümünden 7 ay sonra 1998 Aralık'ında FBI'ın açıkladığı belgelerde sanatçının Chicago mafyasının en büyük babası Sam Giancana'nın çok sıkı dostu olduğuna ilişkin belgeler vardı. Hatta daha da gerilere gidildi, Sinatra'nın şarkıcılık kariyerinin başında New Jersey'in bileği güçlü sokak kabadayılarından Willie Moretti'nin himayesine girdiği bilgilerine de yer verildi. Ve Sinatra ile yeraltı dünyası arasındaki perdenin kalan son parçaları bu kitaptan epeyce süre önce şu sıralar 57 yaşında olan kızı Tina Sinatra'nın elindeki makasla doğrandı. "Bay Ses"in ilk evliliğinden dünyaya gelen üç çocuktan biri olan (diğer evliliklerinden geriye evlat kalmadı zaten) Tina malumu şöyle ilan etti geçen yıl: "Babam yaşamının hayli uzun döneminde mafyayla işbirliği yaptı. Sadece işbirliği değil, iş de. Onlar babamın müzik ve eğlence dünyasında başlamasını ve yükselmesini sağladılar. Kulüplerde babama yer buldular. Ardından da Las Vegas geldi. Ve şöhret yılları. Baba filmine bir süre epey kızdı babam. Ancak sahneler mafyanın nasıl çalıştığını çok iyi anlatıyordu. Filmdeki Fontane tipi de babamdı ve öykü doğruydu." (Eh, sözü savunmaya bırakmanın zamanı geldi. Eski model, küçücük müzik setimizin sesini biraz açalım: "And now, the end is near / and so I face the final curtain / my friend, I'll say it clear / I state my case, of which I'm certain. / I've lived a life that's full. / I've traveled each and every highway; / But more, much more than this / I did it my way" Ardından söylenecekleri bildiği için, sahnelere veda etmeye yakın patlattığı son bombası "My Way"de böyle içini döktü Sinatra: "Sonun yakın olduğu, son perdenin önünde durduğum şu an, her şeyi yüksek sesle söyleyeceğim, sana dosyamı açacağım dostum. Dolu dolu bir hayat yaşadım, yolların hem her birinde, hem hepsinde cirit attım. Ama dahası, ondan da ötesi, bunları bildiğim gibi yaptım." Özetle "Kendi yolumda gittim" diye yanıt veriyor Sinatra öte taraftan. Biz de Amerikalı yazar David Hadju'nun bir sözünü anımsıyoruz: "Frank Sinatra'nın öldüğü gün 20'nci yüzyıl sona erecek." Franki'nin ölümünden pek de uzun olmayan bir süre önce söylenmiş bu sözün ne denli doğru olduğu, onun yokluğunun 7'nci yılını da geride bıraktığımız şu sıralar çok daha iyi anlaşılıyor. Yoo hissediliyor. Ve ben de Fransız yazar Vercors'un "Susan Deniz"inin ezberlediğim sayfalarını mırıldanıyorum gecenin bir vaktinde. "Susan Deniz", İkinci Dünya Savaşı'nda Alman işgalindeki Fransa'dan bir kesiti yansıtıyor. Bir kasabada orta yaşta bir çiftçi aile ile genç ve güzel yeğenlerinin yaşadığı evi Alman birliklerinin komutanı Werner von Ebrenac kendine lojman seçiyor. Ama hane halkını kapı önüne koymadan. Komutan aydın bir Alman. Ve de Fransa hayranı. Ev de neredeyse baştan başa kitaplık. Kendisi de direnişçi olan ve "Vercors"u, o dönemde kod adı seçen yazar, Alman subayı romanının bir yerinde şöyle konuşturuyor (aklımda kaldığı kadarıyla aktarıyorum): "Benimle hiçbiriniz konuşmuyorsunuz ama yazarlarınız benim sırdaşım, yoldaşım. Ve o kadar çoklar ki..."

BÜYÜK İNSANLAR ÇAĞI
Sonra başlıyor alfabetik sıralamaya. A'dan başlıyor, daha alfabenin ortasında insanlık kültürüne damgasını vurmuş yüzlerce isimlik bir liste ortaya çıkıyor. Ben de David Hadju'nun cümlesinden ve Vercors'dan esinlenerek, bir bölümünün öyküleriyle büyüdüğüm, bir bölümüyle de aynı havayı ciğerlerime çektiğim büyük insanlar çağı 20'nci yüzyılda yolculuğa çıkıyorum beynimin kıvrımlarında. Yine "film şeridi" gibi, "sinema" gibi. Ya da -kendisiyle asla konuşmayan- o Fransız çiftçi ailesine her birinin kitabını sallayarak düşünürlerin, romancıların ve Fransa'nın insanlığın ortak mirasına armağan ettiği diğer dehaların tek tek adlarını sayan SS subayı Werner von Ebrenac'ın listesi gibi. Ve çağa damgasını vurmuş kahramanların resmigeçidi başlıyor. İyikötü ayrımı yapmadan. Atatürk, Lenin, Churchill, Stalin, Roosevelt, Kennedy, de Gaulle, İnönü, Ho Chi Minh, Mao, Gandi, Nehru, Cinnah, Nasır, Eisenhower, Kruşçev, Palme, Thatcher, Schmidt, Brejnev, Gorbaçov, Pompidou, Mitterrand, Franco, Salazar, Bayar, Menderes, Reagan, Peron, Mussolini, Tito, Karamanlis, Suud... Ve elbette Wayne, Brando, Brel, Bogart, Gardner, Monroe... Picasso, Nazım Hikmet, Einstein... Ve daha nice devlet adamı, yazar, sanatçı, sporcu... Ve de nice nice taçlılar, taçlıları tarihe gönderen devrimciler, devrimcileri alaşağı eden karşı devrimciler... Ve Sinatra o başdöndüren listenin "S'' harfine girenlerin en başında yer alıyordu. "Aman Allahım" diye mırıldanıyorum, "Ben bunların çoğuna yetiştim..." O panik atağı kocaman bir teselli yatıştırıyor: "Ne mutlu ki, ömrümün büyük bölümü 20'nci yüzyılda geçmiş..." Öyle ya; "İyi, Kötü ve Çirkin"leriyle, efsaneleriyle, efsane yaratanlarıyla insanoğlunun insan gibi yaşadığı son dönemdi 20'nci yüzyıl. Şimdi ise kahramanların sahneye çoktan veda ettiği günümüzde, insanlar küreselleşmenin acımasız çarklarında posası kalıncaya kadar öğütülüyor sadece. Birkaç günde yüzleri eskiyiveren, tüketim malı muamelesi gören sözde kahramanlar da. Ve 21'inci yüzyıla sarkmış 20'nci yüzyıl çocuğu ya da tanığı ben, diken üstünde durduğum bu düzende büyük çoğunluğumuzun unuttuğu, unutmak istediği ya da unutmak zorunda kaldığı şarkıları mırıldanarak o güzel günlerin rüya veya sanal olmadığını -hiç değilse- kendime kanıtlıyorum: "Strangers in the night" Saat 02.30 aşağı yukarı. Junior söylenmeye başladı. Junior? Sevgili köpeğim. Haydi Erdal, kalk gezdir. Junior'un yatmadan önceki son ihtiyaç turu. Hayır, torun daha yok. Yaşlanıyoruz dediysek, o kadar da değil...
DİĞER GÜNCEL HABERLERİ
 Niyazi Bey ve geyiği
 Polis suçluları DNA ile 40 saniyede buluyor
 Elli yıl sonra gelen buluşma
 TÜBİTAK savaşında Sezer direnişi
 Köpekbalığı tarzıyla yönetiyorlar
 Doğu'dan Batı'ya gelen yönetmen OMAR NAİM
 Aşkından Tarzan oldu
 Ölümcül dalganın yüzlerce yıllık tarihi
 Genç Türkiye'yi tanıtan fotoğraflar
 Güllü masa, mozaik sehpa
 SABAH'a ödül yağdı
 Türkiye'nin arpistleri buluştu
 Bir roman kahramanı gibi yaşadı
 Global bir üçkağıdın belgeleri
 Gani Turanlı tam bir görüntü sihirbazıydı
 Entel solcular işçi sınıfına karşı
 Artık herkes zayıflayacak
 Doktorlara şifa kursu
 Türkiye ötanaziye hazır değil
    Aktüel Pazar Yazarlar
  » Güncel
    Hobi
    Röportaj
    Gurme
    İyi Yaşa
BALÇİÇEK PAMİR
Hayatında başka bir kadın mı var ?
Kadın adama soruyor,...
KAZIM KANAT
Denizde balık boğuldu!
Oğlum Mesut telefonda bas bas...
REFİK DURBAŞ
"Dar-i Çin"den sakıza yolculuk
Bütün dünyaya Çin ve...
Bavulunuzu bile hizmetli topluyor
Bavulunuzu bile hizmetli topluyor
Bali konforun ve huzurun en güzel adresi. İster 24 saat masaj...
Tanrıların adası Bali'de tatil keyfi
Tanrıların adası Bali'de tatil keyfi
Endonezya'nın Bali Adası'na, her yıl gitseniz bile asla...
Genç ve sağlıklı kalmanın anahtarı iyi bir cinsel yaşam
Yaşlanmayı geciktirmek için geliştirilen anti-aging yöntemleri artık...
'Döne Döne Van Gölü'nü gezin
Fotoğraf sanatçısı Lütfi Özgünaydın, üç yılda Van Gölü'ne yaptığı...
Yaz mevsiminde çileğe doyulmaz
C vitamini deposu çilek, çağlar boyu hep bir lezzet tutkusu olmuş insanlar...
Po Ovası'nda çok tatlı bir hayat
Dünyanın her yerinde İtalyan Yarımadası'ndaki gibi bir yaşama özlem duyuluyor.
 
    Günün İçinden | Yazarlar | Ekonomi | Gündem | Siyaset | Dünya | Televizyon | Hava Durumu
Spor | Günaydın | Kapak Güzeli | Astroloji | Magazin | Sağlık | Bizim City | Çizerler
Cumartesi | Aktüel Pazar | Sarı Sayfalar | Otomobil | Dosyalar
   
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.