Denizde balık boğuldu!
Oğlum Mesut telefonda bas bas bağırıyor: "Bu iş bitti baba!..." Öğreniyorum ki, okuduğu üniversiteyi bitirmiş. Tepkim klasik bir Türk babası gibi oldu; "Ya öyle mi. Tebrik ederim!.." Yani babamın bana yaptığını ben oğluna yaptım. Rahmetli babama bir gün sarılıp beni öpmediği için hep kızardım. (Sonraları annem anlattı. Uyuyunca gelir, beni öper koklarmış!...) Oysa; o elinde kapı gibi siyaset bilimi diploması olan bir gazeteci... Hoşgörünüz lütfen!.. Her baba oğlu olduğunda mutluluk gözyaşı döker. O gün şunu anladım ki üniversiteyi bitirip vatana millete hayırlı evlat olduğu gün ve askere gittiği gün, babalar ağlar.
BEŞ KİŞİLİK AİLE Peki ya analar... Evi aradım. Köroğlu'na "Ne yapıyorsun?" dedim. Cevap gözyaşı doluydu: "Zırıl zırıl ağlıyorum. Hem de zevkten!" Eşim Sevinç, gözyaşlarımı görmediği için memnun oldum. (Beş kişilik bir aileyiz. Dünyalar güzeli kızımız Esra, bir de torun statüsünde olan Casch -kendisi köpektir. Yani bir ittir ama prens muamelesi görür!- var.) Evden uzaktayım. Yine başımı alıp gittiğim Akdeniz'in koynunda kendimi dinliyorum. Söğüt'te dostum Ahmet'in Büyük Adalı kayığına bindiğim zaman saydım 11 buçuk Alman vardı. Buçuk olanı da ağabeyim Ziya. Kendisi yarı Alman, yarı Türk'tür. (Ethel yengem ise tarafsız.) Tekneye Alman bayrağı çekilirken baktım yarım Türk Ziya, "Deutschland über alles..." diye marşı ayakta söylüyor. Yani bizim Daum'un Alman olmuş hali!... Akşamında İngiliz koyundayız. TV'nin başına geçtik ve Liverpool- Milan maçını seyretmeye başladık. Yanımdaki İngiliz beni sinir etti. Adam sanki İngilizlerin Ömer Çavuşoğlu'su... "Liverpool yenilsin" diye dua etti ama sonuçta küt İrlandalı yerde!.. Sabah erken uyanıp güneşin doğuşunu seyretmek için kafamı kaldırınca tepemde bir Fenerbahçe bayrağı görmez miyim! Anladım ki her Fenerli centilmen değil. Oysa önceki yıl sevgili dostum Aziz Yılmaz'ın teknesine bindiğimde direkteki Fener bayrağının yanına Beşiktaş bayrağı da çekmişti. Jünyor Adalı Mehmet'e Alex'in forması gelmeyecek! (Bu bayrak ya inecek, ya inecek!..) Güneşle birlikte nafakanın peşine düştüm. Şu cin gibi Japonların icadı olan sırtıyı sallamaya başladım. Elim ağırlaştı ama "Balık tuttum" demek istemiyorum. Ahmet Kaptan "Ne oldu?" dedi, "Galiba balık var" dedim. Bir orfoz çektim. Ahmet Kaptan'dan öfkeli bir söz: "Balığı yakaladığını zamanında anlasaydın. Baksana balık su yutmuş ve boğulmuş." Evet, efendim. Balık da suda boğulurmuş. (Şimdi Reha Muhtar bir yazı yazar ve 'Balık suda boğulmaz, intihar eder' der. Karşı görüş olarak Emre Aköz sadece lüferlerin rakıda boğulduğunu yazar!) Ben ise işin dalgasında Nazımlaştım; "Su insanı boğar, ateş yakarmış / Geç anladım taşın sert olduğunu!.." O an gır gır ve trol teknelerini görünce boğulacak gibi oldum. Sahil güvenlik neredesin; Göçek Koyu'nda katliam var. Teknede Almanlara et-köfte partisi vardı. Sordum; "Türkiye'ye en çok gelenle, ilk kez gelen ne düşünüyor?" İlk gelen "Harika ve olağanüstü" gibi laflar etti. En çok gelen Alfonsa ise (Herkes ona Ali diyor) beni şaşırttı: "Her gelişimde yeni bir şey keşfediyorum. Bu da şu; sevecenlik, sevgi ve hoşgörüde sınır yok!" "Bayanlar ve baylar" dedim. "İnsanlık adına hepinizden AB'ye girmek için destek bekliyoruz..." Kuvvetli bir alkış!
AKŞAMDAN AKŞAMA Gece sürpriz bir misafirim elinde balıklarla çıkageldi. Bu bizim Papaz Aykan'dı. Robinson Crusoe gibi tek başına Yedi Adalar'da, kulübede yaşıyor. (Eşi Ayşen Kendir de bizim mesleğin ustalarından...) Mangal yakıldı ve "Rakı" dedim. "Kulak burun boğazcı Bülent'e gittim, bana 'İçkiyi bırak' dedi. Ben de bıraktım" dedi. Şaşkınlıkla yüzüne bakınca "Canım sabah kahvaltısı ile öğle yemeğinde rakı içmeyi bıraktım. Şimdi akşamdan akşama içiyorum" dedi. Bodrum'a döndüm tekne limana bağlandı. Görevliler uyarıyor: "Bulaşık suyu bile denize dökülmeyecek. Büyük ceza yersiniz." Oysa belediyenin bilgisi dahilinde limanın girişindeki lağım suyu Fırat Nehri gibi akıyordu. İnanılmaz pis koku... Almanlar burunlarını tutarak "Bu nedir?" dedi. Ben de Bodrum Belediye Başkanı'nın resmi konutunu tarif ettim!..
|