Önce adalet
"Tarih öğrencisi adalet ve özgürlük adına elde edilen birçok başarının İngiltere'nin duruşma salonlarında kazanıldığını ve İngiliz insanının özgürlüklerinin yargıçların tam bağımsızlığıyla yakından bağlantılı olduğunu bilir." Bu sözleri 1929'da İngiltere Baş Yargıcı Lord Hewart söylemiş. Türkiye'yi inceleyen bir siyasal tarihçi Türkiye söz konusu olduğunda, ne yazık ki, böyle bir söz edemeyeceğini bilir. Ülkemiz, AB yolunda tarihi hukuk reformları yaparken, Adalet Bakanı Cemil Çiçek adliyelerin gerek fiziki koşullarını gerekse bilgisayara dayalı altyapısını hızla düzeltiyor. Ancak hukuk kadrolarının bu gelişime ayak uyduramadığını üzülerek görüyoruz. Türkiye tarihinde özgürlükler adına örnek gösterilecek bir içtihat bulmak neredeyse olanaksız. Zaman gazetesinde dün çarpıcı bir haber vardı. 2003 verilerine dayanılarak hazırlanan haberde ürpertici sonuçlar çıkmış. Habere göre, 390 bin davanın 112 bini Yargıtay'da bozulmuş. Ceza davalarında bu oran daha da yüksek gerçekleşmiş. İşin vahimi, temyiz kararlarıyla ilgili. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, kendi dairelerinin verdiği kararların yüzde 57'sini bozmuş. Buna bir de savcıların açtığı her 100 davadan 45-50'sinin reddedildiğini ekleyince ortaya vahim bir tablo çıkıyor. Bu tabloya bakınca insanlarımızın adalet taleplerinin ne ölçüde yerine getirilmiş olduğu konusunda ciddi kaygılar ve kuşkular doğuyor. Buradan hareketle, hukuk eğitiminden tutalım, yargıç kalitesine ve yargıçların bağımsızlığına kadar bir dizi önemli problemin acil çözüm beklediğini tesbit etmek zorundayız. Yargıçlarımızın kendilerini "devlet memuru" ve "statüko bekçisi" görmelerinin de bu durumda büyük rolü var. Halbuki, yargıçlar özlük hakları bakımından belki devlet memurudurlar. Ancak, kararlarını devlet adına değil, ulus adına verirler. Bu sebepten dolayı, yargıç vatandaşla kamunun çıkarlarının karşı karşıya geldiği noktada vatandaşa karşı kamuyu tutma durumunda olamaz. Adalet Tanrıçası'nın gözünün bağlı olduğu herkesçe bilinir. Burada anlatılmak istenen şey, yargıcın taraflara karşı tam bir tarafsızlık ve bağımsızlık içinde olması gerektiğidir. Diğer taraftan, yargıçlarımızın karar verirken, vicdani kanaatlerinden daha fazla "Hakkımda ne düşünürler?" kaygısıyla hareket etmesi de adaletin ortadan kalkmasına yol açacak en önemli faktörlerden biridir. Yargıç, verdiği kararın adil olması hassasiyeti yerine kendi statüsünü ve toplumsal itibarını düşünerek karar vermeye başladığı anda adalet ortadan kalkmış demektir. Böyle durumlarda, yargının bağımsızlığı bizzat yargıcın kendisi tarafından ortadan kaldırılmaktadır. Kararlarda bu kaliteye ulaşabilmek ancak hukuk felsefesiyle donanmış, uzman, yetkin, cesur ve derin bir adalet duygusuna sahip yargıçlarla mümkün olabilir. "Adalet yoksa barış da yok." Bilmeliyiz ki, iyi ve etkin şekilde işleyen bir adalet sistemine sahip olmayan bir ülkede barış da, ekonomik refah da, iyi bir yaşam kalitesi de sağlanamaz. Ekmeksizliğe belki tahammül edilebilir ama adaletsizliğe asla.
|