| |
|
|
Yaşamak hafife alınacak bir şey değildir..
Bunca yıllık gazeteciliğin ve "Yaşanmışlık"ın ardından, dünyada iki tür insan ve iki tür toplumsal bakış açısı olduğunun farkına vardım. Birinci türdekiler kendi yaptıklarına, kendi söylediklerine bakıyor. Kendi dışındakilerle yarışıyor, rekabet ediyorlar. Ama bu yarışı "Onlar zaten öyle" diye, kendi geriliklerine veya başarısızlıklarına bahane arayarak sürdürmüyorlar. Gazetede köşe yazısı mı yazıyorlar? Diğer köşe yazarlarına bulaşarak değil, kendi köşelerinde özgün, farklı, ileri şeyler söyleyerek yapıyorlar bu işi. Politika mı yapıyorlar? Bunu, kendi yaptıkları veya yapacakları icraatı ve farklı vizyonlarını anlatarak yapıyorlar. İş adamı iseler, öncü oluyorlar. "Rakiplerim batsın da, onların mallarını ucuza kapatayım" diye beklemiyorlar. Onların açtıkları alanlardan diğerleri de geliyor. Sanatçı veya gösteri dünyasının insanları iseler, "Piyasayı kalitesizlik sardı" diye ağlamak yerine, kendileri en kaliteli olanı yapıyor. İkinci türün ise insanları da, toplulukları da biraz zavallı. Onlar yaptıkları ile değil, takıntıları ile var oluyorlar. Gazetede köşe yazarı iseler onlar, yazdıkları ve düşünceleri ile değil, karaladıkları, hakaret ettikleri, çamur attıkları insanların sayısı ile hatırlanıyor. Politikacı iseler topluma açtıkları ufuklarla ve icraatları ile değil, rakipleri ile tepişmelerine bakılarak anılıyorlar. İktidar olmuşlarsa icraat yapmak yerine, neden icraat yapamadıklarının mazeretini seslendirerek vakitlerini harcıyorlar. İşadamı olarak onların yarattıkları "Know-how"lar değil, onların "Know-who" alanındaki yetenekleri ön plana çıkıyor. İkinci tür insanların ve toplulukların başarısı, rakiplerinin başarısız olması halinde fark ediliyor. Aslında toplumlar da böyle değil mi? Geri kalmışlıklarının ve ilkelliklerinin nedenini özeleştiri yapıp anlamak ve kendilerini yenilemek yerine, bütün sorumluluğu ya "Emperyalizm"e, ya da "Siyonizm"e bağlayan toplumlar yok mu bu coğrafyada? Yabancı ülkelerle işbirliği yapıp sinerji yaratmak yerine "Nasıl olsa bunların hepsi düşman. Bizim bizden başka dostumuz yok" diye yüzyıllarını ürküntü içinde geçiren geri kalmış ülkeleri hiç görmediniz mi? Kendi milliyetinden, kendi dininden, kendi ırkından olmayanları "Tehlike" veya "Tehdit" biçiminde algılayanlara hiç rastlamadınız mı? Hepimizin önünde, benimseyebileceğimiz iki ana model var kısacası. Birinci türü oluşturan modeli gerçek kılmak tabii ki daha zor. Ama bu modelde yaşamak çok onurlu, çok verimli. Buna "Gelişmişlik" de deniyor. Modellerden birini seçmek, insanlara ve toplumlara bırakılmış neticede. Kimseye zorla bu modellerden biri benimsetilemiyor.
|