İsrail'e giderken
Başbakan Erdoğan, bu sabah uçağa atlayarak iki günlük bir gezi için İsrail'e gidiyor. Bu kuşkusuz Başbakan'ın uzunca bir süredir gittiği en önemli gezi olacak. Ama en kolayı değil. Hem parti tabanı, hem de kişisel tarihi açısından, muhafazakar bir hareketin lideri olan Erdoğan'ın Yahudi devletine ayak basması, herhangi bir Türk başbakanın uçağa atlayıp gitmesinden daha anlamlı. Erdoğan dünkü Milli gazetenin " Şaron'un kanlı elini nasıl sıkacaksın?" manşetine rağmen İsrail'e gidiyor. İki taraf da bu gezinin "başarılı" olması için çok hevesli. İsrail açısından, Erdoğan'ın varlığı ikili ilişkilerde "soğuk rüzgarların estiği" bir dönemin geride kaldığı anlamına geliyor. Peki gezinin AK Parti hükümetine faydası ne? Bir çok yorumcuya göre, hükümetin Abdullah Gül'ün Ocak gezisiyle başlayan "İsrail'le barışma" siyaseti, aslında Türk-Amerikan ilişkilerinde kaybolan balansı yakalamayı amaçlıyor. Hem İsrail, hem de Washington'daki Musevi lobisi, Türkiye'nin uluslararası destekçilerinin başında geliyor. Bu yüzden de Cengiz Çandar, AK Parti'nin, İsrail'i Washington'un kapısını açmaya yarayacak bir "maymuncuk" olarak gördüğünü söylemekte tamamen haksız sayılmaz. Hükümet ayrıca artan bir biçimde Türk dış politikasının geleneksel "Batı yanlısı" rotasını değiştirdiği eleştirisiyle karşı karşıya. Avrupa Birliği'nden vazgeçmiş görüntüsü, Afrika Yılı ya da "Şangay Beşlisi'ne katılalım" gibi yeni inisiyatiflerin farklı stratejik arayışlar olarak algılanması, dış politikayla ilgili fazlasıyla soru işareti yarattı. O kadar ki, Başbakan'ın danışmanlarından birinin NATO'dan çıkmayı teklif ettiği yolunda bir söylenti bile, aslı astarı olmamasına karşın, inandırıcı görülebiliyor. İşte bu yüzden İsrail gezisi Türkiye'nin "devlet politikası" olarak nereye ve hangi eksene ait olduğunun ve bunun AK Parti tarafından benimsendiğinin önemli bir hatırlatması. İsrail'le ilişkileri sadece Washington'a ipotekli görmemek lazım. Doksanlı yıllarda iki devlet arasında zaman zaman Washington'u bile dışlayan özel bir bağ kuruldu. İlişkilerin tarihi derin. 1949'da İsrail'i ilk tanıyan Müslüman ülke olan Türkiye, 1957-58'de Tel Aviv'le gizli bir savunma ittifakına girdi. Bu dostluk, doksanlı yıllardan itibaren iyice resmileşti, emekli bir askere göre 95'de imzalanan anlaşmayla "geri dönüşü olmayan" bir noktaya erişti. Washington Institute'den Soner Çağaptay'a göre ikili ilişkilerin üç ayağı var: Musevi cemaatiyle ilişkilerde Osmanlı'dan gelen tolerans geleneği, iki ülke arasındaki savunma işbirliği ve hızla gelişen ekonomik bağlar. Kısacası Türk-İsrail ilişkisi "devlet politikası." Ancak AK Parti'nin iktidara gelmesi ve Irak savaşı nedeniyle ilişkilerin ciddi darbe aldığını inkar etmenin de anlamı yok. Jerusalem Post bu hafta çıkan Herb Keinon imzalı bir değerlendirmede son iki yılın İsrail açısından "güllük gülistanlık" görülmediğini hatırlatıyor. Arap liderleri susarken, Erdoğan Ariel Sharon'u "devlet terörü" yapmakla suçladı. Ankara uzunca süre, Suriye'yi (İsrail'e rağmen) barış sürecine dahil etmek için çırpındı. İsrail ve Arap'lara "eşit mesafe" konusunda ısrarcı oldu. BM'de eskiden olduğu gibi çekimser kalmayıp İsrail aleyhine oy kullandı. Ancak mesele yalnız AK Parti değil. Konu İsrail olunca, "sorgulayıcı akıl" ve "kurumsal istihbarat" yerine duygular ve ulusal korkular ağır basabiliyor. Örneğin Türkiye'de İsrail'in Kuzey Irak'ta Kürt devletini aktif olarak desteklediği yolunda yaygın bir kanı var. Şaron politikaları topyekün nefret uyandırıyor. Anti-semitizmin artık marjinal olmaktan çıkıp "mainstream" hale geldiği sıkça yapılan bir gözlem. Ve stratejik dengeyi en fazla sarsan unsur, Türkiye ve İsrail'in Suriye konusunda geçmişte olduğu gibi ortak tehdit değerlendirmesine sahip olmayışı. İşte tüm bunlardan dolayı, bu gezi Erdoğan'ın yaptığı en önemli "balans ayarı." İsrail, zaman zaman "zor" olabilen bir dost. Washington'da olduğu gibi İsrail'de de AK Parti'yle ilişkiler konusunda iki farklı eğilim var. Ancak şu anda hükümetin ihtiyacı olan, Tel Aviv'le temiz bir sayfa açmak.
|