| |
Özgüven sorunu...
Alev almış bir gaz tüpünü kucaklamaktan, AIDS'li birisiyle ilişkiye girmekten, koli basili karışmış su içmekten, sahte rakı tüketmekten korkmayanların hep birlikte "ülkenin bölünmesinden" ya da "yabancıların buraları elimizden almasından" duydukları fobi neredeyse bir grubun günlük ekmeği haline geldi. Yaşamın dayanılmaz somut yüklerine karşı dilsiz, gerçekleşmesi mümkün olmayan, ihtimal dahilinde bile sayılmayacak endişelere karşı aşırı duyarlı... Önceki gün, TBMM'nin seksen beşinci kuruluş yıldönümüydü. Dün ise, Ermenilerin "soykırım" günü olarak seçtikleri 24 Nisan'ın doksanıncı yıldönümüydü. Seksen beş yıl boyunca, Ermeni Sorunu'na karşı yaklaşımımız da, toplumsal yapımızı çok net biçimde ortaya koyuyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun kendi tebaasına karşı davranışlarını sakin, usul ve objektif bir biçimde incelemek yerine, biz bu konuyu resmi tezler etrafında savunma biçiminde oynayıp durduk. Sorunları aşmak için kendi iç demokratik enerjimizi çoğaltmak bir yana, farklı bir düşünce söyleyeni de sildik. Saha dış dünyaya bırakıldı. Her türlü sorunda gösterdiğimiz özgüven zafiyeti bu sorunda da gösterildi.
85 yıllık yakın tarihimizde ulaştığımız bilançonun parlak olmadığını hepimiz biliyoruz. BM İnsani Gelişmişlik sıralaması, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının "yaşam kalitesinin" hangi düzeyde olduğunu gösteriyor. Bir Yunan vatandaşı bir Türk vatandaşından ortalama on yıl daha fazla yaşamakta... Yunanistan'da doğan bin bebekten beşi ölürken, bizde bu oran otuz sekiz... Bunlara yönelik sorgulama "ulusalcılık" sayılmıyor. Fobi sahibi kesime göre "ulusalcılık", bir yaşına gelmeden ölen bebeklerin çokluğuna aldırmadan Yunanistan'ın Karadeniz'de Pontus İmparatorluğu'nu canlandıracağına inanarak sövüp saymak... TDK Sözlüğü'ne göre "güven" kelimesinin tanımı şöyle: "Bir şeyden beklenen niteliğe inanıp ona göre davranmak." Muhatabınızın beklenen işe uygun bir donanımı olduğu vakit ona güveniyorsunuz. İtimat ediyorsunuz. Türkiye'de bu oran yüzde 2. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, işinin düştüğü kişinin işinin ehli olduğuna pek inanmıyor. Bir diğerine güvenmeyince, kendine de güvenmiyor. Özgüven sorunu, temelinde güven sorunundan kaynaklanmakta... Zaten yönetimi teslim ettiklerimizin yönetim başarısı da diğer ülkelerle kıyaslayınca ortak güvensizliği iyice kışkırtıyor. Bunun tedavisi "özeleştiri" iken, yönetimler reçeteyi "özeleştiriyi" yok etmek için "milliyetçiliğe" abanmakta buluyor. Kendini "vatansever ya da milliyetçi" olarak tanımlayan, iki kelimeyi bir araya getiremeyen, özeleştiriden hoşlanmayan, ama sadece sövüp sayan, alt düzey hakaretlerle öfke kusan, tartışma adabından, fikir düzeyinden yoksun vurup kırmaya yatkın bir robot portre beliriyor. Özgüven yetersizliğinin farklı bir dışavurumu... Milliyetçilik yetersizliğin, özgüvensizliğin adı olunca sorun çözmüyor, Hitler, Miloseviç biçiminde ülkeyi yok ediyor.
Halbuki tereddütsüz bir güvenle hareket edilince, durum anında değişiyor. İşte KKTC. Annan Planı'na destek verilince, Rumların denetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti'nin altından sandalye çekiliverdi. Denktaş yıllardır o kesimin ekmeğine yağ sürmeseydi, Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyesi de olamayacaktı. Şimdi aynı avantaj, Ermeni Sorunu'nda bizim elimize geçecek. Nitekim, dünyanın saygın gazeteleri hükümetin yeni açılımlarından etkilenmiş gözükmekteler. Kendine bile hayrı olmayanların Türkiye'yi sevdiğini söylemesinden bugüne kadar bir fayda sağlanamadı. ABD'nin üç günde ürettiği patenti biz yüz yetmiş beş yılda ürettik. İhtiyaç duyulan nitelik ya da sevgi, özeleştiriden korkmayan, kendi niteliklerine güvenen, sorunu çözebileceğine inancını pekiştirmiş, dünya standartlarında donanımlı insan yetiştirmekten geçiyor. Tersi olunca "milletçilik", "küfür ve hakaret etmekten, vurup kırmaktan öte" hiçbir özelliği olmayanlara kalıyor. Onların da sevgisi ülkeyi bu kadar yaşatıyor işte.
|