Biat ve tabiat
Biraz geç tartışılan... Bu kez de en çok basına getirdiği hapis cezaları ekseninde tartışılan... O geç tartışmanın yoğunluğundan ötürü hazirana ertelenen yeni Ceza Kanunu, daha "Bismillah" derken hangi cezaları ertelemişti? Yani, Ceza Kanunu'nun "Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür" şeklindeki 345'inci ve son maddesinden hemen önceki maddede, kimlerin muhtemel cezalarının iki yıl daha "masum" sayılması kabul edilmişti?
Kafadan ertelenmiş sadece iki madde vardı: Biri, "Çevrenin kasten kirletilmesi"... Diğeri, "Çevrenin taksirle kirletilmesi". Birincisi: "Çevreye zarar verecek şekilde atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten veren kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." İkincisi: "Çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkların toprağa, suya ve havaya verilmesine taksirle neden olan kişi, adli para cezası ile cezalandırılır. Bu atık veya artıkların, toprakta, suda veya havada kalıcı etki bırakması halinde, iki aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur." Kısacası; O esnada (genel ertelemeden önce), yoğun ve yaygın ve de muğlak biçimde, düşünce ve ifade "suçları" na, "basın yoluyla" işlendiğinde katlayarak hapis cezası öngören Kanun... Doğanın, çevrenin... Hayatın can damarları toprak, hava ve suyun kasten (veya taksiren) kirletilmesine yol açanları iki yıl daha "masum" saymayı kabul etmişti.
Toprağı, havayı, suyu zehirlemek, hayatın damarlarına pislik, kir ve zehir zerk etmek, hatta boca etmek... Bir fikre, düşünceye ve ifadeye göre daha "katlanılabilir", daha makul ve en azından iki yıl çok daha masum bulunmuştu. Dün, Hürriyet'te Bekir Coşkun da olanca çevre duyarlılığıyla, işveren örgütlerinin yeni "Çevre Yasası" nın çıkmaması için bastırdığını, Çevre Bakanı'nı, "Maliyetler yüzünden işçi çıkarmakla tehdit ettiklerini" yazmış, "siz de örgütlenin" çağrısı yapmıştı.
Çevre, en büyük darbeyi iki uçtan yiyor. Biri; zenginliğin, sermayenin uyanıklık ve arsızlığı... Diğeri; yoksulluğun, cehaletin duyarsızlığı. Birincisi; bugünkü mantıklarında da olduğu gibi, "iş yapanlar"ın, çevreye ödettikleri bedeli hiç hesaba katmadan, çevrenin onlara getireceği maliyetten nefret etmeleri. Ortak yaşam kaynaklarının içine rahatça edebilirken, bu pisliğin yükünü kuşak kuşak miras bırakırken, kendi ömrü hayatlarında hiçbir maliyet yüklenmek istememeleri. Maliyet söz konusu olduğunda da, ellerindeki en tarihi, en sınıfsal tehdide, "o zaman insanları harcarız"a başvurmaları. İkincisine diyecek bir şey yok: Bilmemek, umursamamak, kısa vadeli yaşam kaygısına, uzun vadeli doğal dengeyi kurban edebilmek. Elbette, ikinci yaygın görünse de, birincinin darbeleri, bile bile çevre kıyımı daha ağır, daha derin. Daha acımasız. Üstelik kendi evini, kendi tatilini, kendi zevklerini "doğa hayranlığı" ile süslerken, doğayı mülkleştirirken, ortak hayat kaynaklarını kurutmaya adanmış çirkin bir ikiyüzlülük. Kar etme, mülkiyet, üretim ve tüketim biçimine, "hayatın sürekliliği ve ortaklığı"nı taammüden feda eden cinsten. Aynı; bu ekonomik modelin en üst biçimini temsil eden ABD'nin, dünyanın doğal dengesine dair hiçbir sorumluluk, yükümlülük ve vaadi kabul etmemesi gibi. Lakin sorsanız; hepsi vatansever, hepsi milliyetçi, hepsi tabiat sevgisiyle dolu! Bakalım, hükümetin "tabiatı" ne: Kime tabi, kime tabii, kime biat!
|