Doğu ile Batı arasında
Hükümetin iyimserliğine rağmen Türkiye'nin AB üyelik hedefi her geçen gün daha da zorlaşıyor. Kanaatimce bunun temel sebebi Avrupa'daki Türkiye karşıtlığının son aylarda bilinçli bir şekilde yükseltilişidir. Ancak bizim anlamlı bir dönüşüm yaşamak üzere hala samimi bir gayretle harekete geçmemiş olmamız da en az dışarıdaki karşıtlarımız kadar önemli bir 'yol kesici' dinamiktir. İktisadi hayatın kaba mihenk taşları (= makro ekonomik veriler) açısından AB ölçütlerine bu dönemde bir hayli yaklaştığımız halde demokrasi terbiyesi açısından mesafe kapanacağı yerde açılıyor. Kağıt üzerinde en çarpıcı değişiklikleri gerçekleştiren şimdiki hükümetin icraat dönemi içinde mesela ilkel partizanca kayırmacılık kültürünü ıslah etmeye yönelik en küçük bir adım atılamamıştır. Sadece kendi memleketim olan Rize'deki partizanca kayırmacılığın vardığı boyutlar bile asıl hayati AB değerlerine ne derece uzak bulunduğumuzu ölçmeye yetebilir. O kadar ki durumu 'eski tas, eski hamam' deyimiyle ifade etmek bile iyimser bir değerlendirme sayılır. Bu şartlarda AB üyeliği için başkaca girişimlerde bulunmak 'ya tutarsa' diye 'göle maya çalmak' gibi beyhude bir iştir. Böylesine içtenlik ve derinlik yoksunu bir dönüşüm girişimi, Adalet ve Kalkınma Partisi'ni kalıcı yapmaya yetmeyecektir. Erdoğan ve arkadaşları eğer 'önce ülke içinde adaletli yönetim' kararlılığı ile particilik anlayışlarını kökten değiştirmezlerse, ikbal sonrası 'onurlu bir Ankara kariyeri' ile avunma imkanı dahi bulamayacaklardır. Eşsiz bir talihle parlak şekilde sahne alan bu kadronun kendi kendisine ve ülkeye yazık edişini izlemek insana acı veriyor. Ne var ki, Türkiye'nin devlet olarak engin sularda dümensiz seyir halinde bulunuşunun vebalini sadece bu hükümetin omuzlarına yıkmak insafsızlıktır. Yönsüzlüğümüzün ana sebebi çok daha derinlerde yatıyor. Bir kere hala, kesin hedef belirleyici en uzun ömürlü planı sadece 'bütçe'sinden ibaret olan bir ülkeyiz. Geleceğin Türkiye'sine ilişkin olarak, değişik düşünce odaklarınca enine boyuna tartışıldıktan sonra siyasi iradenin son şeklini verdiği bir 'milli hedef belgesi' yoktur. Yarı gizli 'siyasetname' metinleri ise, 'kahtı rical' vesikası gibi, sıradan öğrencilerin 'Yurttaşlık Bilgisi' dersi için hazırlayabileceği ödevlerden çok daha düzeyli değildir. Yönsüzlüğümüz, gerçekte nerede durduğumuza dair genel kafa karışıklığı yüzünden adeta istikrar kazanmıştır. Hem biz kendi aramızda, hem de dışımızdakiler kendi aralarında Türkiye'nin nereye ne kadar ait olduğuna karar verebilmiş değillerdir. Vaktiyle 'Türkiye tarih boyunca ayrı bir kıtayı simgelemiştir. İki kıtayı aynılaştırmak hata olur. Çoğunluğu Müslüman olan Türkiye geleceğini Hıristiyan köklere sahip Avrupa Birliği'nde değil, İslam birliğinde aramalıdır' diyen kardinal şimdi Papa'dır. Şu an bizde 'devlet etme' işinin doğasına uygun 'çerçeve çizme' görevini deneyen tek resmi şahsiyet de 'Türkiye bir İslam ülkesi değildir' diyen Genelkurmay Başkanı'dır. Kısacası; dışarıda ve içeride karşıt ve karmaşık yargılar çok; Türkiye'nin nereye ne kadar ait olduğu hususunda uzlaşmanın müsveddesi bile yok. Oysa yerimiz birkaç gün önce Güner Karakullukçu dostumun hatırlattığıBüyük Fatih'in Topkapı Sarayı'ndaki 1478 tarihli kitabesinde vasiyet olarak durmaktadır: '...Doğu ile Batı arasında Allah'ın yardımcısı.' Fatih Sultan Mehmet kendini böyle tanımlarken Hilafet henüz Osmanlı'da değildir. (Tabii, 'doğu ile batı arasında' ibaresinin gerçekte 'bütün yeryüzü' anlamında bir deyim olduğunu da gözden uzak tutmuyoruz.) Devletimizin pek mütevazı imkanlara sahip bulunduğu yıllarda bile Batı'da Mussolini'nin faşist hülyalarına gözcü dikebilen, Doğu'da Afganistan yoluyla milli tarihin mirasını güncelleştirmeye yönelen Atatürk'te de gördüğümüz bu küresel sorumluluk bilinci maalesef onunla birlikte mezara girmiştir. O günden beri de bu bilincin bir daha hiçbir iktidarın genlerinde ortaya çıkmaması için bütün yeteneksiz siyaset ve kültür adamları, hem de Atatürkçülüğü kimselere bırakmayan çapsızlar kadrosu ile birlikte aynı teknede iş görmüş, aşağılık duygusu hamurundan resmi ideoloji icat etmeye kalkışmışlardır. Bizi, Doğu'da da, Batı'da da var olamaz hale getiren budur. Tamam; tanrıtanımazlıkla eşdeğer özel laiklik anlayışınız Fatih'in kendini tanımlayışındaki 'Allah'ın yardımcısı' deyimi ile bağdaşmayabilir ama hiçbir şey bu ülkeyi Doğu ile Batı arasındaki 'biricik' yerinden oynatamayacaktır. Allah'a inansanız da, inanmasanız da Türkiye Doğu ile Batı'nın arasındadır! Bu yerimizi inkârdan vazgeçtiğimiz an yönsüzlük belası son bulur.
|