| |
Önümüzde 10 yıl var
Aylardır "geliyorum" diyen depremi tahminlerin de ötesinde hafif hasarla atlattık. Konumuz Ermeni soykırımı iddialarının 90'ıncı yıldönümü törenleri. Koparılan onca gürültüye, ilk kez Meclis'in de taraf olduğu yoğun tartışmalara rağmen, sadece bir "gol" yedik. Polonya'dan. (Böylece iddiaları resmen tanıyan devlet ve uluslararası kurum sayısı 16'ya yükseldi: Uruguay, Kıbrıs Rum Kesimi, Avrupa Parlamentosu, Rusya, Yunanistan, Lübnan, Belçika, İsveç, Fransa, Avrupa Konseyi, İsviçre, Arjantin, Kanada, Slovakya, Hollanda ve Polonya. Listeye, 1985'te bu yönde bir karar alan BM İnsan Hakları Alt Komisyonu'nu da eklememiz gerekiyor.) Polonya'nın sürpriz golünün yanı sıra, birkaç girişim daha oldu tabii. Alman parlamentosunda genel görüşme, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac'ın Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan'la birlikte Paris'te Ermeni anıtına çiçek koyması, Paris Belediyesi'nin tüm binalarına "Unutmadık" pankartları asması, Kaliforniya Valisi Arnold Schwarzenegger'in 24 Nisan'ı "Ermeni soykırımını anma günü" ilan etmesi gibi... Bir de Belçika parlamentosuna büyük gizlilik içinde sunulan ve başta Yahudi ve Ermeni soykırımları olmak üzere BM'nin onayladığı "jenosid"leri reddedenlere hapis ve para cezası öngören yasa tasarısından söz ediliyor. Kokusu çıkınca anlarız. Ve nihayet ABD Başkanı Bush bir kez daha bu netameli konuyu, Diaspora'nın ve de Kongre'nin onca baskısına rağmen "soykırım" sözcüğü kullanmadan savuşturdu. (Bu yazıyı kaleme aldığımız saatlerde Beyaz Saray'dan henüz açıklama yapılmamıştı ama hava öyleydi.)
Delip geçmemesi için Ancak sembolik anlamı çok büyük bir yıldönümünü bu kadar hafif atlatmanın kerametini sakın kendimizde aramayalım. Ve de bu kadarcık hasara şükredip, "Gelecek yıla Allah kerim" diye dosyaları rafa kaldırmayalım. Vahim hata olur.. Tam tersine, gerçeklerle yüzleşme cesaretini gösterelim. Ne onlar? 1 - 90'ıncı yılı geçiştirmeyi, özellikle Fransa'daki referandumun ufukta topladığı kara bulutlar nedeniyle AB'nin can derdine düşmesine borçluyuz. 2 - AB'nin gelecek kaygısından bize de serpintiler düşecek: Anayasa reddedilirse (güçlü olasılık), AB kurumların, politikacıların ve bürokratların Avrupa'sı olmaktan çıkıp, halkların Avrupa'sına dönüşecek. Halklar ağırlığını koyunca, kuşkunuz olmasın, Türkiye'nin geçmişiyle yüzleşmesi talebi sadece 24 Nisan'larda dile getirilen formalite olmaktan çıkacak. Yok... Anayasa kazasız belasız 25 ülkede de geçerse (zayıf olasılık), ölüp ölüp dirildikleri bu süreçten ders çıkaracak olan AB yöneticileri, başlarına yeni dertler açmamak için üye adaylarına "Su gibi duru" olmak, "Her türlü ipotekten kurtulmak" koşulunu dayatacaklar. İki yoldan birini seçeceğiz: Ya geçmişle yüzleşip barışmak. Ya da tarihin tutsağı olmaya devam etmek. İlk seçenekse niyetimiz, iki ülkenin tarihçilerinden kurulu ortak komisyon önerisini lafta bırakmamalıyız. Onu kabul ettiremezsek bağımsız tarihçilerin hakemliğini düşünmeliyiz. O da olmazsa soykırım iddialarını sonsuza kadar gündemde tutmaya kararlı Diaspora'nın liderleriyle temas kurmalıyız. Ve sadece 10 yılımız var. 24 Nisan 2015'te AB ile müzakereleri bitirme noktasına gelen Türkiye'nin üyelik kapısını açması Ermeni çilingirine bağlı olmamalı. Yoksa o zaman iş tarihçilere değil, ruh hekimlerine havale edilecek. Haberimiz olsun...
|