Krizlerin nedeni kur değil borçtur
Finansal krizlerin nedenleri üzerine tartışmalar uzun süredir devam ediyor. Bir çok kişi bu nedenlerin başında döviz kuru rejimlerini görüyor. Sabit kur rejiminin 1970'li yıllarda uluslararası finansal sistemden çıkmasına karşın, bu kur sistemi hala varmış gibi krizlerden sorumlu tutulabiliyor. Günümüzde bu görüş açısı iki nedenle değişti. Birincisi, birçok ülke esnek kur rejimi uyguluyor. Ya dalgalı kurdalar ya da Avrupa'daki sistem gibi bir parasal birlik içinde yer alıyorlar. Sabit kur sistemi zaten artık yok . Bu tür kur rejimi yapılanması, sorunlar yaratsa da, finansal krizleri önleyici nitelikler taşıyor. Dolayısıyla, kur rejiminden ağır bir kriz doğamayacağı genelde kabul gören bir görüş. İkinci neden, yapılan bilimsel çalışmalar, ülkelerin borç düzeyi ve vade yapısı ile krizler arasında sıkı bir ilişkinin olduğunu ortaya çıkarıyor. Daha önceki dönemlerde, ülkelerin dış borçları ve özellikle vadesi kısa olanları sorunların kaynağını oluştururken, küreselleşme derinleşip sermaye hareketleri liberalleştikçe kamunun iç ve dış borç yapısı öne çıkmaya başlıyor. Kamu borçlarının vadesinde ödenememesi veya yenilenememesi krizlerde rol oynayan en önemli faktör oluyor. Özellikle, kamunun iç ve dış borçlarının düzeyi, piyasalarca algılanan " normal düzeyi" aşarsa kriz olasılığı artıyor. Maastrich kriterlerinden biri olan kamu borcunun milli gelire oranının % 60 düzeyi sanayileşmiş ülkeler için bir üst limit kabul ediliyor. Kritik eşik bu % 60 oranı. Bize benzer ülkelerde ise oran daha düşük. Nedeni, ekonomideki kırılganlıkların sanayileşmiş ülkelere kıyasla hassasiyetlerinin yüksekliği. % 3050 düzeyindeki kamu borcu milli gelir oranı kritik eşik şeklinde algılanıyor. Kamu borçluluğunun krizlerdeki rolü konusunda birçok örnek Türkiye'de yaşandı. Geçirdiğimiz deneyimlere baktığımızda bunu görüyoruz. 1978 yılındaki kriz, yabancılar tarafından açılmasına izin verilen Dövize Çevrilebilir Türk Lirası Mevduatlarından 500 milyon dolarlık bir bölümünün aniden geri dönme isteminden tetiklendi.Türkiye bu kadar küçük bir borcu ödeyemedi. Kriz derinleşti. 1994 yılında, Hazine, faizi artırmak istemeyince borçlarını çeviremedi. Yeniden borçlanamadı. Sistem tetiklendi, kriz çıktı . 2001 yılı krizinde tansiyonun en üst düzeye çıktığı 21 Şubat günü, Hazine'nin o tarihe kadar yaptığı en büyük tahvil ihalesine rastladı. Toplam 5,5 milyar dolarlık vadesi gelmiş borcunun ancak 2 milyar dolarlık bölümüne talep alabildi. Geri kalan 3,5 milyar doları ödemek zorunda kalınca sistem bozuldu. Kriz çıktı. Kasım 2000'deki kriz, Hazine'nin 1.5 ayı aşkın bir süre içinde borçlanma ihalesi olmaması nedeniyle hafif atlatıldı. O tarihlerde ihale olsaydı ve de vadesi gelen borç yenilenemeseydi, Şubat 2001'deki durum önceden ortaya çıkacaktı. Şubat 2001 krizinden bu yana geçirdiğimiz süre içinde Hazine ihalelerinde bir sorun yaşanmadı. Bu da krizlerin veya krizciklerin oluşmasına mani oldu. Buna benzer deneyimler diğer ülkelerde de gözlendi . Kamu borç yükü düşük ya da "makul" ülkeler, finansal krizlere muaf ülkeler olarak nitelendiriliyor. Örneğin, Çin . Kamunun borcunun milli gelire oranı % 23 düzeylerinde. Kimse Çin'de kriz beklemiyor. AB üyeliğine aday eski Doğu Bloku ülkeleri, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonraki dönemde yüksek miktarda borçlanma olanakları bulamamaları nedeniyle, düşük borç yüklü ülkeler arasında yer aldılar. Krizle karşılaşmayarak önemli yarar sağladılar. Finansal krizlerin ortaya çıkmasındaki nedenleri araştırırken, kur rejimine değil kamunun borçluluk yapısına bakmak daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.
|