|
 |
 |
 |
 |
'Evimin ışığı, sultanların yakışığı, cıvan oğlum...'
|
|
Savaş Ay, Kâbil'de askerliğini yapan Tuncay'a ailesinin yazıp verdiği ucu yanmış mektubu götürdü. Anasının "aslan parçası" diye sevdiği Tuncay, sevdiklerinin satırlarını okurken dökülmeyen yaşları gözlerini yaktı....
Bağcılar'da mütevazı bir evdemektubu yazdırıp, sarıp sarmalayıp, alıp yola çıktı. Afganistan'ın Başkenti Kabil'e ışınlıyorum zaman-mekanı. Çok Uluslu Askeri Gücün komutanlığını yapan Türk Silahlı Kuvvetlerimiz'in ana karargahı Camp Doğan'ın girişindeyiz. Protokol subaylarımız sürprizi bozmamak için uzaktan işaret ediyorlar bize Tuncay Doygun kardeşimizi. Meğer ki denk gelmiş ve tam nizamiye nöbetinde rastlamışız ona. Tepeden tırnağa silahlı, çelik yelekli, yağız bir Anadolu çocuğu duruyor karşımda. Kendisine adıyla hitap edince çok şaşırıyor önce. Komutanları konuşabileceği emrini veriyor ona. - Merhaba Tuncay. - Merhaba komuta.. Şey Savaş Abi merhaba. Bana az daha komutanım diyecek olması oradaki herkesi gülümsetiyor ve o ağır havanın dağılmasına da sebep oluyor bir güzel. - Evlat sen ve ailen Bağcılar'da oturuyorsunuz değil mi? - Eee.. Eve.. Evet abi.. Hayırdır bir şey mi var? Çantamdan çıkardığım aile fotoğraflarını ve mektupları tutuşturuyorum eline. Hemen bir başka arkadaşı nöbeti devralıyor ve Tuncay gelenlere bakıyor inanmaz gözlerle. O kocaman kara gözlerin buğulandığını, satırları okudukça yüzünün yandığını görmek muhteşem bir tanıklık. Rica ediyorum, "Mahzuru yoksa sesli oku biz de paylaşalım duyguları" diyorum, kırmıyor bizi. Tekmil verir gibi bir ses tonuyla okuyor tane tane. Haydi siz de dinleyin:
ER MEKTUBU GÖRÜLDÜ "Sevgili Tuncay yavrum, ben annen. Yani senin gibi bir aslan parçasını doğurmaktan gurur duyan, şeref duyan anacığın. Benim gözümden, etimden, canımdan önce gelen güzel yüzlü, güzel yürekli oğlum. Evimin ışığı, sultanların yakışığı civan oğlum, has insanım. Bak bu temiz sayfaya senin için yazıyorum. Seni çok, çok özledim yiğidim. Bizleri soracak olursan çok iyiyiz. Evde ne olup bitiyor diye asla merak etme. Herşey yerli yerinde, dirlik düzenliğimiz afiyette. Tek eksiğimiz sensin. Onu da senin hayırlısıyla teskere alıp sılana kavuşmanla gidereceğiz. Her şey bıraktığın gibi dedim ya. Burak yaramazlıklarına devam ediyor. Bizleri sakın merak etme." Sonra kardeşlere geçiyor duygu yazma sırası. Onlar da ekliyor yukarıdaki satırlara. Diyorlar ki: "Tuncay abi, askerlik nasıl gidiyor?.. İnşallah iyidir... Tuncay abicim zamanım hep seni düşünmekle geçiyor... İçimden hep sen burada olsaydın diyerek söylüyorum. Tuncay abicim mektubumuz kısa olduğu için senden özür dilerim. Bizi sık sık ara. Sesini duymak istiyorum. Benim okulum çok iyi geçiyor. Burak'ın okulu da çok iyi.. Seni hep seveceğim dünyalar kadar. Yeğenin Gizem. Seni çok seviyorum. Canımdan çok sevdim ağabeyime.. Seni çok özledim. Biliyorsun ki ailemizden hiç kimse bu kadar çok uzak ve ayrı olmamıştı. Ve senden ilk kez ayrı kalıyorum. Bugün yanında olsan, öpüp koklasam diyorum. Hep yaşadığım şeyleri arıyorum. Her şeyde bir izini bulduğum için... Gizem ve Burak herkes senin için hazırlık yapıyor. Burak çat-pat okumayı söktü... Dayım da çok iyi. Babam çalışıyor... Annemi de bilirsin hep duygusallığı üzerindedir. Göz pınarlarını içine akıtır. Anlayacağın bizler çok iyiyiz. Hepimiz iyiyiz. Bir sen eksiksin. Hayırlısı ile sen de aslanlar gibi askerliğini yapıp geleceksin... Bu ayrılıklar belki de bu sevginin büyüklüğünü gösteriyor. Keşke bir de sende bu telaşın içinde olsan. Hep o günleri arıyorum. Sen bizleri düşünme kendine iyi bak. Bizleri sık sık ara ki habersiz bırakma... Bizim her günümüz seni düşünmekle geçiyor. Yediden yetmişe yolda herkes, kimi görsem seni soruyor. Sana herkesin selamı var. Gözlerinden öperim. Selamlar. Seni ömür boyu sevecek olan kardeşin Neşe..." Bütün bu olup bitenin genç bir Mehmetciğin yüreğinde nasıl fırtınalar estirdiğini sanırım siz de anlıyorsunuz. Tarifi mümkünsüz bir coşku, bir tutkunun göze değil gönüllere çarpan anlarıdır bu anlar... Sonra yeniden ona dönüyor, diyorum ki; - Bana buradaki günlerinizi anlat evlat. Sadece kendi düşünce ve duygularını değil, tüm silah arkadaşlarının, tüm tertiplerinin ortak dili ol hele.
MUTLU VE GURURLU Ve komutanlarına dönen bakışları, onların başlarıyla onaylamasından sonra bana çevrilip ışıldıyor yeniden. Diyor ki; "Mutluyuz Savaş Abi. Tarihi bir görevi yerine getirdiğimizin. Afgan halkına ve bu topraklara yıllardır özledikleri barışı ve huzuru getirmiş olmanın sevinci ve bilinci içindeyiz. Burada günlerimiz çok güzel geçiyor. Tek eksiğimiz vatan hasreti, aile hasreti. Ama halkın bize olan sempatisini, saygısını, inancını görünce kendimizi Türkiye'de yakınlarımızın yanında hissediyoruz. Bu insanlar çok harp, çok acı, çok çile görmüşler. Şimdi hayatlarını sakin, sükun ve güvencede geçirmelerini sağladık diye, hem onlar bize karşı iyi davranıyor hem de biz mutlu oluyoruz. Türkiyemize selamlar olsun. Bizi merak etmesin ailelerimiz. Komutanlarımızın emri ve gözetiminde torunlarımıza şerefle anlatacağımız günleri yaşıyoruz burada, ne mutlu bize."
|
|
|
|
|
 |
|
 |
|