|
|
Çocuklar gibi şendik...
Her salı öğlen 12.30 sularında Dışişleri Sözcüsü'nün yaptığı brifing biterdi... Elimizde notlar, neler yazacağımızı konuşa konuşa, biraz dedikodu yapa yapa gazetelerimizin olduğu Kızılay'a doğru yürürdük Sedat'la... Ben 22, o da 24 yaşındaydı... Birbirimizle hem rakip, hem arkadaştık... Yol boyunca, ya o bana, ya ben ona sorardım: "Brifingden önce, Bakanlık'ta başka kimseye gittin mi?.." Birimizden birimizin başka bir kimseye gitmesi demek, özel haber bulması, gazetecilik deyimiyle öbürüne haber atlatması demekti... Onun için, hem çok yakın arkadaşlığımızı sürdürür, hem de birbirimizi adam adama marke ederdik... İçin için, hem haber atlamamak, yani geride kalmamak, hem de haber atlatmak yani kimsede olmayanı kendimiz yazmak isterdik... O Cumhuriyet gazetesinde ben de Milliyet gazetesinde dış politika muhabiriydik... Gencecik hayatımızda, birbirimizi kırmadan, gücendirmeden, gözünü oymadan, arkadaşlıkla rekabeti bir arada yaşadığımız günlerdi... Çok gençtik... Hayatta hayallerimiz, arzularımız, başarmak istediğimiz hedeflerimiz vardı... Ama ikimiz de o çocuksu saflığımızda böylesine renkli bir geleceğimizin olacağını bilmiyorduk, hesaplayamıyorduk... Hayallerimizin ötesindeydi yaşayacaklarımız... Bir süre sonra ikimiz de yurtdışına gönderildik... Önce beni Atina'ya, sonra Sedat'ı Washington'a gönderdiler... Yıllarca yurtdışında yaşadık ikimiz de... Ben İstanbul'a döndüm.. Televizyona ağırlık verdim... Yıllarca televizyonda Genel Yayın Yönetmenliği yaptım... O ise, Ankara Temsilcisi oldu... Gazetesinin, gözü kulağı olduğu Ankara'da... Önceki gün, gençlik arkadaşımın Milliyet'in Genel Yayın Yönetmeni olduğunu öğrendim... İnternet sitelerinde yorum üstüne yorum yayınlanıyor... "Milliyet'teki bu değişiklik, iktidarın isteğiyle oldu" diye... Görevden alınma iktidarın isteğiyle mi oldu bilmem... Bu kadar çok söylendiğine göre mümkündür... Bilmem... Bilemem... Ama bildiğim, göreve getiriliş, iktidarın isteğiyle olmamıştır... Benim göreve gelen arkadaşım, bugüne kadar bazıları gibi bu iktidara pek borazanlık yapmamıştır... Olsa olsa, yıllar öncesinde Dışişleri Bakanlığı'ndan çıkıp, el ele Kızılay'da yürüdüğümüz günlerden kalma bir diplomasi geleneği ve nezaketi vardır... İstanbul'da, gazeteci gibi görünen ve gazeteci olduğunu söyleyen o kadar hırt, kaba ve borazan karakterli adamla karşılaştım ki, Sedat'la yaşadığım günleri hep özlemle anar olmuştum... Şimdi, bu özlemin bitmesi önemli değil... İnşallah İstanbul'da Sedat'a yakın ama onun dünyalarına çok uzak hırtlar, adam görürler de kendilerine çeki düzen verirler...
|