|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tel: 0212 354 40 22 | Fax: 0212 274 83 81 |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
| |
|
|
Mahalle maçları ve yaralamalı trafik kazaları
Bazen liglere ara verilir, maç filan olmaz ya.. İşte o zaman oyuncular maç kabiliyetini kaybetmesin, taktikler, yedekler filan denensin diye ufak takımlarla maç yapar büyük kulüp takımları. Diyelim Beşiktaş-Çatladıkapı, Fenerbahçe-Haramidere, Trabzonspor-Maçka İdmanyurdu türünden maçlar oynanır. Habercilikte izlenen bazı işleri bu duruma benzetiyorum ben. Haber büyük bir haber değildir, sayfada yer bulmayacağı daha başından beri bellidir ama yine gider, dört başı bayındır takip edersin işi. Geçen gece buna örnek bir olay yaşadım mesela. Beş on gündür ele gelir bir olay koşturamadığım için baktım ki karıncalanmalar başladı gazeteci damarımda. Saatin 01.00'inde İstanbul sokaklarına attım kendimi.
Telsiz anonsu.. Nereye gitsem, nerede dolaşsam filan derken ta karşıda Küçükyalı taraflarında buluyorum kendimi. Tesadüf bu ya telsizden sıkı bir işin anonsu geçiyor. Yakınımda, çok yakınımda sayılabilecek bir yerde, Kartal sahilinde fena bir trafik kazası olmuş . Kazazedeler birbirine hızla çarpan araçların içine sıkışmış, üstüne üstlük arabalar yanmakta.. Duyar duymaz yükleniyorum gaza.
Araçlar akordeon gibi.. Bomboş trafikte oraya varmak 5 dakikamı bile almıyor. Gider gitmez görüyorum ki araçlar akordeon olmuş ama yanma yok şükür ki. Araçlarda sıkışan filan da yok. Ama yerde genç bir kadınla hemen ötesinde genç bir adamın yatmakta olduğunu görüyorum. Kadının başına polisler toplanmış. Hemen gelen ambulanstan inen doktor ve sağlık görevlileri ilk müdahale için hazırlıktalar.
'Aman reklam olmayalım..' Sonradan olayı görüp ihbar ettiğini öğrendiğim bir başka genç kadın da yerde yatan hemcinsinin başına eğilmiş, ellerini avuçları içine alarak ona moral vermekte. Yerde yatan adama doğru gidiyorum ben de. Görünce telaşlanıyor ve sanki acısını unutup yalvar yakar oluyor: "Abi aman ha. Kırk yılda bir kaçamak yaptım, reklam etme beni." Sonradan öğreniyorum ki evli olan adam (isimleri bende mahfuz) Kazak kökenli olup bilahare "beyaz evlilik" yaparak Türk vatandaşlığı da alan bu genç hanımla hareketli bir geceden dönmekte. Yanlış yerden sapınca da sahil yolunda hızla gelen bir başka otomobil ortasından girmiş bunların aracına. Önce sıkışmışlar gerçekten de içeri. Ama sonra kendi çabalarıyla kurtulmuşlar. Aküden çıkan kıvılcımlanma ise kendiliğinden sönüvermiş.
Aile faciasına ramak kala Ucuz atlatılan bir olay nereden baksanız. Hastaneye kaldırıldıktan sonra da izliyorum onları. Kartal Devlet Hastanesi'ne acil servise alınıyorlar. "Kadında iç kanama ve bilinç kaybı var" diyor doktorlar. Nasıl haber aldıysa kaçamakçı adamın karısı da geliyor az sonra hastaneye. Aile faciasına ramak kala polisler araya girip o an için yatıştırıyorlar ortamı. Ertesi gün bültene, ağır işlerin kuyruğuna takıp bültene ekliyorum haberi. Elbette fazla yüz verilmiyor hafif atlatılmış bu trafik kazasına. Birkaç arkadaş şakayla karışık; "İşler kesatlaşınca artık yaralamalı trafik kazalarına mı el koyuyor Savaş Abi?" diye maytap geçiyorlar benimle.
Hasan Pulur ustanın tavsiyesi Ben de gülerek katılıyorum bu oyuna ama içim çok rahat. En azından Hasan Pulur ustamın kulağıma fısıldadığı nasihate uygun davranmanın huzuru içindeyim: " İşin büyüğü küçüğü yoktur gazetecilikte . Ufak dediğin işlere koşup kovalamazsan büyük işler dolaşmaz adamın ayağına. Kendisine hazırlop konu verilen iş verilen tip gazeteci olmayın çocuklar. Gidin tırnaklarınızla söküp çıkarın kendi işinizi." Sonra bu sözlerine kulak misafiri olan bir başka ustamızın, Mete Akyol'un söze veciz bir cümleyle katıldığını hatırlıyorum. Diyor ki: "Hasan ağabeyiniz haklı çocuklar. Bizim meslekte 'Kırk gün taban eti. Bir gün av eti' meseli önemlidir."
(Fotoğraflar: Savaş AY)
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|