Kuşatmaya dair
İnsanın, birey olarak sıkıştırıldığı en büyük kuşatma. Topluluklar, hatta ülkeler, siyasi hareketler, devlet politikaları, uluslararası ilişkiler için de geçerli. İnsanın "insanlık pusulası"nı kaybetmesine dair bir kuşatma bu. İnsanın içindeki "muhtemel" adalet duygusunun kazınmasına... Dinlerin, felsefenin, etiğin, kimi politik düşüncenin özündeki "doğru - yanlış tefriki"nin, "yarar, çıkar, fırsat" adına gasp edilmesine... Korku, endişe, tedirginlik vesilesiyle yırtılmasına dair. "Her durumda" yahut "herhangi bir durumda", gerçekten neyin adil olduğuna dair duyguların, soruların, kuşkuların, düşüncelerin ve eylemlerin yok edilmesine... "Adalet" duygusu ile fikrinin, "gerçekçilik" namına kurban edilmesine dair bir kuşatma. Gücün, hiyerarşinin, otoritenin buyrukları altında "doğru sayılan"ın kabullenilmesine, fırsat - korku kıskacında, boynunu dik tutmak, haksızlığa isyan etmek, adil olana dair ilkeler aramak gibi "insani değerler"in silinmesine dönük bir kuşatma.
O yüzden, "kuşatıcılar"ın diline yapışmış "demokrasi, özgürlük, adalet" gibi kavramların hiçbir içtenliği yok. Sözde onlara karşı çıkışların içine nüfuz etmiş, yine benzer kavramlarla maskelenen, otorite, tahakküm arayış ve heveslerinde de olmadığı gibi. Ne var ki, "acı gerçek" şu: İnsan hayatı, daha içine doğduğu aileden, içine doğduğu dini - etnik kimliklerden başlayarak, okul düzeni, iş örgütlenmesi, okul ve iş dışında kalma koşulları, devlet rejimi, dünya sistemi vesaire... derken... En eski ideal sayılan "adalet ve özgürlük" ile antikiteden bugünlere sıçrayan, bugünün gözdesi olan "demokrasi ideali"nin özleri boşaltılmış sahteleri içinde yuvarlanıp duruyor. Bu ideallerin en bol telaffuz edildiği, en küçüğünden en büyüğüne tüm sistemler içinde, "tahakküm ilişkileri" nihai sözü söylüyor.
"Güçlü bir devlet"i göz önüne alın... Sonra kendi "düzen"inizi... Ardından gündelik hayatınızı. Doğrudan içinde olduğunuz ilişkiler ağlarını yahut birey olarak esaminizin okunmadığı daha daha büyük ağları. Bunca "adalet, özgürlük, demokrasi" özleminden ve haşır huşur tüketiminden sonra, vardığınız yer, hala güçlü olanın "dayatması" veya "dayatma arzusu"... Hala, birey olarak, yerine göre toplum, yerine göre ülke olarak ufalandığınız katı hiyerarşi ve otorite sistemleri. Bizzat o sistemlerin "buyurgan, kuşatıcı" aktörleri ile ideoloji taşıyıcıları da olmak mümkün... Farkında ve çaresiz yahut umursamaz ve sürüklenerek, teslim olmak da. Korkularla yahut fırsatlar peşinde. İçinde bir isyanla var olmak da, var olamamak da. Her şeye rağmen bir sözün, bir sesin, bir tavrın değeri olabileceğini bilerek, kendine ve insana saygını böyle inşa edip güçlendirerek... yahut silinerek.
Şimdi "kişisel bir itiraf". Kimse kendine ömür biçemez elbette. Lakin; duygu, düşünce, tavır sarmalında... Bazen arazide kaybolarak, bazen kaybolanları arayarak, kendinle ve çok şeyle hesaplaşarak, değişerek ve değişmeyerek, bugüne kadar yaşadığım hayattan öğrenip içime işlettiğim ve ne kadar kalmışsa, bugünden sonra yaşayacağım hayattan daha fazlasını öğrenmek ve sindirmek isteyeceğim en temel "insani değer"in... Boyun eğmemek ve boyun eğdirmemek... Kuşatılmamak ve kuşatmamak olduğuna, olacağına inanmaya devam edeceğim.
|