Metin Akpınar ve Eğreti Gelin
Göksel Hanım, sabahın ilk saatlerinde "Devekuşu Kabare Tiyatrosu" gişesinin önünde kuyruğa girdi. Kuyruk hareketlenince gişenin açıldığını anladı Göksel Hanım... Sıra kendisine gelip de gişedeki görevli yüzüne şaşkın şaşkın bakınca gülümsedi. -Altı bilet... dedi... Görevlinin yüzündeki şaşkınlık, Göksel Hanım parayı uzatıp biletleri alırken de sürdü... Ve saatler sonra, oyunun başlamasına kısa bir süre kala, Göksel Hanım ile beş konuğu, bu kez "içeri girme" kuyruğundaydılar... Kalabalık arasında zorlukla ilerlediler... Nihayet, yer göstericinin yanına vardılar ve biletlerini uzattılar... Yer gösterici, Göksel Hanım ve konuklarına "protokol" değil "orta sıralarda"ki yerlerini gösterdi ve şaşkın şakın bakarak ayrıldı oradan...
Dostları ve kendisi için, bilet almak, "içeri girmek" ve "orta sıralardaki yerleri"ne oturmak için kuyruğa giren Göksel Hanım, Devekuşu Kabare'nin kurucularından "komedyen" Metin Akpınar'ın karısıydı... Bu olay, Devekuşu Kabare'nin oyunlarını kapalı gişe sahnelediği 80'li yıllarda yaşanmıştı... Ve öyle bir dönemdi ki Metin Akpınar, karısı, dostları için kendisinden altı bilet istediğinde, işin içinden çıkamamış, bu arada seyirciye de haksızlık yapmamak için, ona da herkes gibi kuyruğa girmesini önermişti.
Devekuşu Kabare, Haldun Taner'iyle, (daha sonraları Kandemir Konduk'uyla), Ahmet Gülhan'ıyla, Zeki Alasya ve Metin Akpınar'ıyla, Türkiye'de ilk kez kabare denemişti, komiklikle dans, geceyle neşe, hüzünle coşku buluşturulmuştu. Bu buluşmanın ortasında bile hep bir yerlere dokunulmuştu, bürokratlara, alkollü şoförlere, siyasilere, iş adamlarına, kadınlara, erkeklere... Devekuşu Kabare, 25 yıl boyunca Türkiye'ye ayna tutmuştu... Herkes, o aynada şöyle bir görülüp çekilmişti ama hep güldürmüştü... Devekuşu Kabare, ev sahibine karşı kiracıyı, bakkala karşı veresiye müşterisini, erkeğe karşı kadını, güçlüye karşı zayıfı, "yasaklar"a karşı özgürlüğü, "kendini akıllı sanan deliler"e karşı "deli veliler"i kollamıştı hep... Sonra... Gün olup devran dönmüş, "Devekuşu Kabare" de.. Metin Akpınar-Zeki Alasya ikilisinin, sahne sinema ve hayattaki buluşmaları da son bulmuştu... Hem de kırık bir aşk öyküsünün finalindeki gibi... Bu, çok ayrı bir mesele, ayrı bir "doktora tezi"... Ama şu kesin ki "Türkiye'nin sahne tarihi"ni yazacak olanlar, 70'lerden 90'ların sonuna uzanan döneme baktıklarında, Metin Akpınar için de Zeki Alasya için de çok kalem oynatacak, orada çok duracak, çok heyecanlanacaklar... Mucizevi sahne becerileri, sıkı konular, görkemli oyunculuklar, akıl ötesi yetenekler bulacaklar...
Ve daha sonra, gün oldu yine devran döndü!... Büyük usta Atıf Yılmaz'ın "büyük bir hikâye"yi anlattığı "Eğreti Gelin" filmi çıkageldi... Film, daha çekim aşamasında, çok harp görmüş, çok çetin günlerden gelip geçmişti.. Gösterime, görücüye falan çıktı.. Hani derler ya, film gibi filmdi işte... Anlatımı her zaman zor olan "bir dönem"e ışık tutuyor, insanoğlunun ikiyüzlülüğüne, Cumhuriyet'in ilk heyecanlarına, mütegallibenin umarsızlığına hatırlatma yapıyor ve tabii ki "sevgi" denen ve insanlık tarihinden bu yana hep kurcalanan meseleye "damardan" şırınga çekiyordu, hem de günümüze göndermeler yaparak... Bir iki kez zaafiyete düşse de saflığından, samimiyetinden, görkeminden, filmliğinden hiçbir şey kaybetmeden finale eriyordu Eğreti Gelin... Kelimelere cimri davranmaya gerek yok, dibine kadar konulu, dibine kadar ustalık işi, sonuna kadar sinemaydı ve "gelin" dışında hiçbir saniyesi, "eğreti" durmuyordu Atıf Abi'nin eseri.. Ve tabii ki Nurgül Yeşilçay gibi, Şevket Çoruh gibi Onur Ünsal gibi genç oyuncuların "erken ustalık"larını kanıtlarken, Fikret Hakan, Müjde Ar ve Füsun Demirel gibi "çoktan ustalar"a da resmi geçit yaptırıyordu.. Ama herşeyden öte, filmin (güya) konuk oyuncusu Metin Akpınar'la bir kez daha buluşmamızı sağlıyordu... Filmin, ancak, beş altı sahnesinde görünse de "bin yıl" geçse hiç unutulmayacak ve dahiyane bir oyun sunan "Metin Akpınar diyesi büyük bir aktör"ün, yüreklere beyinlere ve tarihe bir kez daha geçişini gösteriyordu... Kasabaya gelen tiyatro kumpanyasının emektar, güngörmüş, tonton sahibi Mösyö David rolünde Metin Akpınar, "Bu ülke topraklarında büyük bir aktör var" dedirtiyordu.. Ve tabii ki 70'lerden 90'ların sonuna kadar, "başını kuma sokmayan" ve sayıları milyonları bulan "Devekuşu Kabare" fanatiği (benimde aralarında bulunmaktan onur duyduğum) "dev bir seyirci" kalabalığına geçmiş günlerden bir hatırlatma da yapıyordu...
|