|
|
Şaşmadan yaşamak zor
Sürekli elimi yüzümü yıkadım. Suratıma kolonyalar çarptım. Cuma gününü gözlerimi açık tutmak için mücadele vererek geçirdim... Nafile... Bir gece önce sevgili Ali Kırca'yı ve onun çalışkan yardımcısı Didem Özkan'ı kıramamış, TV dizilerinin tartışıldığı "Siyaset Meydanı" programına katılmıştım. Yastığa başımı koyduğumda saat 04.30'u gösteriyordu. Üç saat uykuyla, bir duş alıp günlük iş trafiğinin içine daldığımda uyumamak için göz kapaklarımın arasına kibrit çöpü sıkıştırmaya falan çalıştım. Uyku borç gibi çalışmıyormuş. "Bugün 6 saat az uyudum; yarın 6 saat fazla uyur telafi ederim" diyemiyormuşsunuz... Gitti mi, gidiyormuş yani. Tıpkı zaman gibi... Kaynanalar dizisinden Sevda Aydan hanımefendi de zamanı peşine takmış öyle gidiyordu. Ekranda kendisini gördüğünde yaşadığı şoku "Bu ne bu böyle?" diye öyle güzel ifade ediyordu ki, kim kendisiyle böylesine dalga geçme cesareti ve özgüveni gösterebilir bilemem... Zor iş. Benim gençliğimin pek çok büyük starı oradaydı. Ve o gece içim parçalandı. İzlenme oranları yüzünden sistem gereği yayından kaldırılan dizilerin dramı yayılmıştı salona. Sınavlara girdiğim günler geldi aklıma. Bu sanatçılar ise neredeyse her gün giriyorlardı sınava. İzlenme oranı düştü mü, reklam geliri düşüyor; reklam geliri düşünce de dizinin ömrü bitmiş oluyordu... İçim parçalana parçalana, oradakilerin 'nefret ettiklerini' dile getirdikleri 'rating' sisteminin düzenin bir parçası olduğunu, sızlanmanın bir işe yaramayacağını, sonunda reklam verenin parasını maksimum iletişim getirisi üzerine harcayacağını; bu yüzden de programın izlenme başarısına baktığını; bunu da 'rating' ve 'share' (izlenme payı) ile ölçtüğünden bahsettim. Reklam pastasını ürününü satabilmek için bu rakamlara göre dağıttığını; tüm sistemin de buna uymak zorunda olduğunu; bunun ille de kalitesizlik anlamına gelmeyeceğini; hem yüksek izlenme oranlarına kavuşan hem de son derece nitelikli olan Perihan Abla, Süper Baba, İkinci Bahar, Asmalı Konak, Bir İstanbul Masalı, Aliye, Avrupa Yakası, Kurşun Yarası gibi dizilerin yapılabildiğini, devlet nasıl bale ve operayı yaşatıyorsa, kâr amacı gütmeden kaliteli işleri yaşatma görevinin ise TRT'ye ait olduğunu; dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Gecenin o saatinde kimsenin izlemeyeceğini düşündüğümüz programın, ertesi günü beni arayanlardan ve açıklanan 'ratinglerden' kendi içinde izlenme rekoru kırdığını duyduğumda bir kez daha şaşırdım. Hani, "Sanatçı şaşırmadan yaşarsa, iş adamı şaşarak yaşarsa batarmış" derler ya; ben de sürekli şaşırmaktan bir hal oluyorum... Bu izlenme meselesi dışında üç şeye daha şaştım o akşam. Bir: TV'deki programların toplum üzerindeki etkisini ortaya koyan araştırmaların olmayışına. Çünkü ben bu etkinin abartıldığı görüşündeyim. İki: Geçmişe oranla çok daha fazla yerli TV dizisi ve yıldızının başarılı olmasına. Üç: ATV'nin dizi yaratma ve yaşatma konusundaki başarısına...
|