|
|
25 yaş genç gözükmenin sırları
75 yaşındaki Dr. Yıldırım Aktuna sebze-meyvelerden oluşan özel kokteyli ve antioksidan haplarıyla yaşlanmanın olumsuz etkilerini en aza indirmeyi başardı. İşte yüzde yüz etkili yöntemler.
Her sabah yeşil elma, kivi, portakal, siyah üzüm, çilek, havuç, domates, kereviz ve brokoliden oluşan "Yıldırım Aktuna kokteyli"yle güne başlanacak. Yaz kış, her sabah beş kilometre yürüyün. Ginko, balık yağı ve sarımsak tabletlerini hayatınızdan eksik etmeyin. Günde 100 miligram aspirin alın. Yeşil çay ekstresiyle kanser riskini azaltın... Koenzim Q-10 kullanarak bağışıklık sistemini koruyun... Arı sütüyle de enerjinizi artırın.
İşte Aktuna'nın gençlik formülü
Dr. Yıldırım Aktuna tam 75 yaşında ancak en az 25 yaş genç gözüküyor. Aktuna'nın gençlik formülü 25 yıldan beri aksatmadan sürdürdüğü bir dizi alışkanlığa dayanıyor. Yaz kış demeden her sabah en az beş kilometre yürüyor, kahvaltıdan önce sebze ve meyvelerden yapılan "kokteylini" içiyor ve düzenli olarak antioksidanlar kullanıyor.
25 yıldan beri sarımsak özü, ginko, arı sütü gibi antioksidanlar kullanıyor Sabahları erkenden uyanıp kahvaltıdan önce en az beş kilometrelik yürüyüş yapıyor Her gün yeşil elma, çilek, kivi, siyah üzüm, kereviz ve brokoli bulunan kokteylden içiyor
Dr. Yıldırım Aktuna tam 75 yaşında. Ancak enerjisiyle, fiziksel görümüyle gerçek yaşını tahmin etmek asla mümkün olmuyor. Çünkü Aktuna yaşından en az 25 yaş genç gözüküyor. Dr. Yıldırım Aktuna için gençliğin formülü ihmal etmediği alışkanlıklarına bağlı. 25 yıldan beri her sabah 5 kilometre yürüyor, dokuz ayrı meyveden oluşan "Yıldırım Aktuna kokteyli" ni her sabah içiyor ve antioksidan hapları düzenli olarak her gün kullanıyor. 13 yıl sonra yeniden hekimliğe dönen Dr. Yıldırım Aktuna hem genç kalmanın formüllerini anlattı hem de Türk toplumunun nabzını tutarak öfke ve depresyon krizini değerlendirdi.
* Yaşlanmayı ne belirliyor? Herkes doğduğu andan itibaren yaşı ilerler. Bir yandan bir kronometre gibi geçen zamana göre ilerleyen bu yaşın yanı sıra insanın yaşlanması da gerçekleşir. Yaşlanma üç bölümde gerçekleşir. Fiziksel-biyolojik yaşlanma, ikincisi ruhsal yaşlanma, üçüncüsü de zihinsel yaşlanma. Ama bence hepsinin birleştiği nokta, bu üç yaşlanma olayını idare eden üst nokta insan beyni. Beynin erken veya geç yaşlanması önemli olan... Genellikle insanlar yaşlarını doğduğu andan itibaren işleyen kronometreye göre hesap eder. Ama eğer bir insan kendine bakar, özen gösterirse, sağlığına dikkat ederse, 60 yaşında olmasına rağmen 40 yaşında görünebilir. O kişiye, biyolojik, ruhsal ve zihinsel olarak 60 yaşındaymış muamelesi yapamazsın. Tersi de olabilir. Kendine özen göstermeyen bir insan, fiziksel ve ruhsal olarak 60 yaşındaki biri kadar yaşlanmış olabilir. Ona da 40 yaş muamelesi yapamazsın. Çünkü vücuduyla, her şeyiyle 60 yaşındaki kadar yaşlanmıştır.
RUH VE ZİHİN YAŞI
* Yani yaşımız nüfus kağıdında yazan tarihe göre hesaplanmamalı mı? İnsanların artık kronometre yaşlarına bakmak yerine, gerçekte ne ölçüde yaşlandığını ruhsal ve fiziksel durumunu ölçerek bulmak gerekir. Şimdi anti-aging merkezlerinde bu yapılıyor. İnsanın o andaki yaşını fiziksel, biyolojik ve zihinsel yaşını ölçüyorlar. Kendi yaşına göre ne durumdadır hesaplayabiliyorlar.
* Yaşlanmayı ne belirliyor o zaman? İlerleyen yaşa rağmen genç kalabilmenin benim düşünceme göre birinci faktörü genetiktir. Genetik faktör çok önemlidir. Anne ve babasından aldığı genler, gen özellikleri, onun geçireceği hastalıklar açısından önem taşıyor, yaşama süresi ve yaşlanma bakımından da. İkinci faktör ise insanın kendisi. İnsanın kendisini koruması ve genç kalmayı sağlayacak özelliklere, unsurlara dikkat etmesi...
* Siz bunu nasıl keşfettiniz? Doğduğum tarih itibariyle tıp bugünkü kadar ilerlemiş değildi. Gen konusunda bu kadar ilerleme yoktu. Antiaging gibi bir anlayış yoktu. Gençliği koruyabilmenin ilkeleri, prensipleri bu kadar bilinmiyordu. Bizim de gençlik yıllarımız herkes gibi geçti. Ama ben doktor olduğum için bu bilince erken ulaştım. Dolayısıyla kendime özen göstermeye ve dikkat etmeye başladım. Bu da en az 25 yıl geriye gider. Ayrıca eskiden sigara kullanıyordum. Onu da 20 yıl önce bıraktım.
YÜRÜYÜŞ VE BESLENME
* Genç kalmak için ne yapıyorsunuz? Her gün beş kilometre yürüyüş yaptım. Çünkü yürüyüş, düzenli olarak yapılabilecek en iyi sporlardan birsi. Günde beş kilometre düzenli olarak yürüdüm, yaz-kış.... Kışın daha da zevkli oluyor. Sabah, kahvaltı etmeden çıkıyorum. Yürüyüşümü yapıyorum sonra gelip evde duşumu alıyorum.
* Düzenli egzersiz dışında ne yapılmalı? Bunun dışında, insanın yaşlanması ve hastalanmasında bağışıklık sisteminin gücünü koruması önem taşıyor. Çünkü bağışıklık sistemi insanı her türlü hastalığa karşı, özellikle de yaşlanmaya karşı koruyor. Bağışıklık sistemi zayıfladığı zaman her türlü hastalık ortaya çıkabiliyor. Ayrıca genç kalmakta bağışıklık sistemi çok önem taşıyor. Vücuda alınan gıdalarla serbest radikaller dediğimiz toksik maddeler oluşuyor. Bu maddeler vücutta hücrelerin zedelenmesine, hayatiyetini kaybetmesine yol açıyor, hücreleri tahrip ediyor. Son yıllarda antiaging başlığı altında ortaya çıkan antioksidan maddeleri ben yıllar önce keşfetmiştim. 25 yıldır iki şeyi çok dikkatle yapıyorum. Her sabah kalkar kalmaz yürüyüşten sonra dokuz ayrı meyveden oluşan karışımı sıkma makinesinde sıkıp bir bardak suyunu içiyorum.
* Nedir bu kokteyl? Elma, kivi, üzüm gibi meyvelerden oluşuyor. Yıldırım Aktuna kokteyli diyebiliriz, adı yok. Bir de bu antioksidan maddeleri gıdalarla alıyorum ama bir de doğal bitkisel ürünleri tablet halinde kullanıyorum. O zaman bu ürünler Türkiye'de yoktu, Amerika'dan getiriyordum. Şimdi var. 25 yıldır kullanıyorum. Ginko, balık yağı, E400, kokusuz sarımsak ekstresi gibi ürünleri düzenli olarak kullanıyorum. Bir de 20 yıldır günde bir tane 100 miligramlık aspirin alıyorum.
ŞALTERİ İNDİRİYORUM
* Peki siz stresle nasıl başa çıkıyorsunuz? Özellikle politikacıyken çok stres altındaydım. Günlük yaşamda, mesleğinle ilgili bir stres. Devamlı olaylar oluyor, onlarla başa çıkmak zorundasın. Telefonun 24 saat açık, medya da ayrı bir stres kaynağı, olumsuz olaylar manşet oluyor. Ben yıllardan beri şöyle bir yöntem uyguluyorum. İnsanın beyninde bir şalter var. Bir olayı düşünüyorsun, stres yaratan bir olay da olabilir. Ama artık yeteri kadar düşündüğünde ve o konuda yapacak bir şey yoksa, artık çare de üretemiyorsan düşünmenin anlamı yok. Ben beynimin o olayı düşünen tarafının şalterini 'pat' diye kapatıyorum. Bir daha hiç düşünmüyorum, aklıma bile gelmiyor. Ankara'da altı buçuk yıl bakanlık yaptım. Sabah 8-8.5 gibi gidiyorsun bakanlığa, akşam 6-7'ye kadar bir sürü işle uğraşıyorsun. Ve akşam çıkınca, arkadaşlarınla bir lokantaya gidip, orada yemekle birlikte sohbet edeceksin. Birçok insan, bakanlıktaki olayları, olumsuz, stres yaratan konuları kafasında taşıyarak oraya gidiyor ve yemekte de konuşma ihtiyacı duyuyor. Bu olayları 24 saat boyunca kafasında yaşatıyor. Bense dışarı çıktığım andan itibaren şalteri indiriyorum, o noktadan sonra artık ben bakan değilim, siyasetçi falan da değilim. Kafamda hiçbir şey yok. Lokantaya oturuyoruz, içki içeceksek içiyoruz ve davranışlarımda da o bakan olma kimliğini içimde yaşatmıyorum. Burada da doktorum. Akşama kadar hastalarımı muayene ediyorum. Ama buradan çıktığım andan itibaren doktor değilim. Akşam yemeğe ya da bir yere gitmişsek eğer burayla ilgili ve doktorlukla ilgili hiçbir şey yapmıyorum. Konuyu açan olursa da kapatıyorum.
EVE İŞ SOKMAYIN
* Bu galiba çok yaygın bir hata? Türkiye'de şunu görüyorum. İnsanlar hangi işi yaparsa yapsın, çantası elinde evraklarıyla eve gelir ve evde o işe devam eder. Yani iş hayatındaki sorunlar, problemler ev hayatında da devam eder. Halbuki evdeki hayat sadece dinlenmeye ayrılmalıdır. Bedenen, ruhen ve zihnen dinlenmek. Eve girdiği andan itibaren evdeki insanlar konuyu açmak istese bile açmayacaksın. Sanki bir yerde müdür değilsin, doktor değilsin, muhasebeci değilsin, bakan değilsin. Şalteri tak diye kapatıp beyninde her şeyi sıfırlaman lazım. En etkili olay bile o şalter kapandığında beynine girmeyi başaramayacak. Bunu yaptığın zaman mutlak bir dinlenme oluyor. Kendini yeniliyorsun. 7-8'de eve geldin, ertesi sabaha kadar uyku da dahil kendini tazeliyorsun. Çünkü bütün bu olumsuzluklar, stres yaratan unsurlar senin beynini toksik bir madde gibi zedeliyor, yoruyor, yıpratıyor. Şalteri kapatarak onu kafandan atmayı başardıysan, beynin üzerinde etki yapamıyor. Başka şeylerle meşgul olduğun için kendini yeniliyor.
* İçkiyle aranız nasıl? Çok az içerim. İki arkadaş bir araya geldiğinde, bir toplantı varsa genellikle kırmızı şarap içiyorum. Kırmızı şarap çok faydalı. O da bir kadeh, bazen iki tane. Ve 10-15 günde bir.
* Hep böyle neşeli misiniz? Her şeyi pozitif düşünürüm. Bunun da ötesinde şunu düşünürüm; insanlar doğuyor, belli süre yaşıyor ve ölüyor. Bizden önce milyarlarca insan yaşamış, dünyayı sarsan güç sahibi insanlar. Bugün hepsi kara toprağın altında, kemikleri kalmış sadece. Demek ki yaşam son derece göreceli. Önemli olan yaşadığın süreci uzatabilmek ve kendine kaliteli bir yaşam sağlayabilmek. Huzurlu ve mutlu yaşayabilmek.
* Bir de insanlar ruhi birtakım sıkıntıları olabileceğini pek de kabul etmiyor galiba? Ruh sağlıklarını korumayı bilmiyorlar. Stres, stres... Bunun yoğun etkisi altında kalıp bundan kurtulmayı becerememişsen hastalanırsın. Çünkü stresi yönetmek diye bir şey var. Stresten yararlanmak, adrenalin deşarjını sağlamak, olumlu işlere çevirmek...
* Peki nasıl düşünülmeli? Elbette stresin cinsine bağlı. Bir olay bir anda herkesin üzerinde stres yaratır. Olay geçer ve etkisi kalkar. Nedir o stres hali? Stres hali aslında sizin tehlikeye düşme hissini yaşamanızı sağlar. Vücut kendini korumak için tedbir almaya başlar. Ruhi ve fiziksel olarak. Kalp çarpar, göz bebekleri açılır, tansiyon yükselir, kaslar gerilir. Şimdi bu doğal. Ama olay ortadan kalktığı andan itibaren bunun da ortadan kalkması lazım. İşte stres altında kalan insanlarda savunma mekanizması aynen olay devam ediyormuş gibi sürüyor. Gergin, tansiyonu yüksek, kasları gergi, baş ağrıyor, gözler ağrıyor. Bu hal devam ederse gitgide bir öfkeye, saldırganlığa dönüşüyor. Yahut organlara yansıyor, psikosomatik dediğimiz şeker, migren gibi hastalıklara yol açıyor. Veya depresyona götürüyor. Yoğun stres altında yaşadığımız için ülkemizde de ruh hastalıkları arttı. İnsanlar stresle başa çıkamadığı için ve stres başlangıcında doktora gidip tedavi ettirmediği, önlemini almadığı için hastalıklar arttı.
* İnsanlar ruh hallerinde nelere dikkat etmeli? Bunun ön işaretleri var. Kendini gergin hissetmek, tahammülsüz olmaya başlamak yani tolerans eşiğinin düşmesi. Çarpıntı, sıkıntı hissetmek. Uyku bozuklukları, sabah yorgunluk hissiyle kalkmak, mutsuz, neşesiz hissetmek... Bütün bunlar çeşitli ruhi bozuklukların işaretleri olabilir. Bu işaretleri ilk gördüğünüzde yapılması gereken hemen bir ruh hekimine gitmek ve muayene olmaktır.
Cengiz Erdinç
|