Kerkük'te nereye kadar
Uluslararası Kriz Grubu'nun raporuna göre, Barzani-Talabani ittifakının işgali altındaki Kerkük'te durum iç savaşa ve Türkiye'nin müdahalesine yol açabilecek kadar ciddileşirken bazı sivri akıllılar bu manzara yüzünden Irak savaşına karşı çıkanları suçluyorlar: İşte ABD ile Irak'a girmeyişimizin bedeli! Böylece o hesabı bir kere daha görmek farz oluyor. Bir kere; Türkiye'nin Irak'taki insanlık suçuna iştirakten sakınması savaş karşıtlarının himmetiyle olmadı. ABD'yi Irak'a saldırtan güç isteseydi Türkiye bugün o bataktaydı. Savaş sonrasının şimdiki gibi seyretmesini tasarlayan İsrail için, bazı üst düzey ABD'li askerlerin istemesine rağmenTürkiye'nin Kuzey Irak'a girmesini önlemek zor olmadı. Gerek Washington'daki yeni muhafazakar güruh içinde ve gerekse Türkiye ile işbirliğini müzakere eden heyette yer alan İsrail kökenli unsurlar sayesinde Ankara'nın hiçbir şartı kabul görmedi. Zaten sadece savaşta değil, barış zamanında da Ortadoğu'nun hemen bütün başkentlerindeki ABD diplomatlarının çoğunluğu İsrail kökenlidir ve maaş aldıkları devletten çok anavatanları için çalışmaya programlıdırlar. İlk Körfez savaşından bu yana Ankara'ya gelen ABD elçilerinin şimdiki de dahilneredeyse tamamının aynı kökenden olduğu gibi.. Bu kadrolar sayesindedir ki, bize ülkenin tamamını Pentagon'un emrine vermemiz şartıyla Irak'a girmeyi önerdiler. Hem de Kerkük ve Musul'un semtine uğramadan işgalciye jandarmalık yapmak şartıylamesela Bağdat'a kadar.. Müzakerelerin özü budur. Onun için askeri ve siyasi sorumlulardan hiçbiri tezkereyi Meclis'ten geçirme yolunda inançlı bir çaba sergilemedi. İktidarın üst yönetimi adeta kerhen bu ipe asıldı. Üstelik hükümet, güvenliğimiz için değil de 'milli çıkarlarımız' için Irak'a girmemiz gerektiğini söyleyerek, sırtlanın yanındaki fare durumunda olacağımız hissini veren gerekçesiyle adeta tezkerenin aleyhine çalıştı. Ayrıca hatırı sayılır miktarda güneydoğulu vekil de Barzani istediği için 'hayır' diyecekti. Onlar TBMM üyesi idiler ama, İsrail'le babadan kalma işbirliğini tırmandıran Barzani'nin bağımsızlık rüyasına adanmış oldukları için tezkereyi reddetmeye memurdular. Bütün bunlara rağmen ' Türkiye oraya girmediği için Kerkük böyle oldu' diyene meram anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zor. Türkiye kazara savaşa girseydi Kerkük ve Musul'un semtine uğratılmayacaktı. Fakat öyle veya böyle oraya da girdiğimizi farz edelim. Ne olacaktı? ABD'den daha nefretlik olacaktık. Kendi komşusuna ve dindaşına karşı küresel mafya ittifakı ile işbirliği yapan millet olarak aşağılanmayı hak edecektik. Sünni'si ve Şii'si ile Arapların ve Kuzey Irak Kürtlerinin hedefi olacaktık. Ordumuz için bunlarla baş etmek çok zor olmayabilirdi ama kendilerini korumaktan söz ettiğimiz sivil ve masum Türkmenlerin Arap ve Kürt suikastlarına hedef olmasını önleyemeyecektik. Bu tür köksüz 'keşke' sayıklamaları ile oyalanacağımıza, Irak'ta veya en azından Kuzey Irak'ta ateşin yükselmesine nasıl engel olabileceğimizi tartışmalıyız. Uluslararası Kriz Grubu raporunu yazan Joost R. Hiltermann çeşitli toplulukların silahlandığını ve açık bir çatışmanın çıkması için en ufak bir provokasyonun yeterli olabileceğini kaydediyor. Dün Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ da aylık basın toplantısında bu kaygıyı vurguladı. Karşı girişim olarak Gül'ün Annan'a ve ABD'lilere yazdığı mektuplar sadece sıradan diplomatik adımlar. Ancak Annan kim? İkinci evliliğinden sonra İsrail güdümüne giren ve hızla yükseltilip BM Genel Sekreterliği'ne getirtilen bir Washington memuru. Annan'a yazmak, anamızı ağlatan kadıyı, yine ona şikayet etmek oluyor. Satırların arasında söz konusu raporun uyardığı çatışma ve müdahale için bir ima bulunması ABD tarafından neredeyse alaya alınıyor: - Kürtler Kerkük'e söylediğiniz kadar değil, daha az göçmen soktular. Bunun tercümesi açık: - Türkiye'nin kaygıları umurumuzda bile değil. Peki, kaygılarımızı ciddiye almayan ABD, çok ürkekçe ima ettiğimiz veya ima ettiğimizi varsaydığımız 'müdahale' ihtimalini neden önemsesin? Tabii ki ille de müdahale etmemiz gerektiğini söylemiyorum. Bir kere Kerkük'e müdahale, Kürtlerle, ABD askeriyle ve İsrail'in gizli güçleriyle savaşmayı göze almak demektir. Telaffuzu bile abes görünüyor. Mevcut şartlar altında yapabileceğimiz tek şey, Barzani ve Talabani sergerdeleri tarafından girişilecek bir etnik temizlik ihtimaline karşı Türkmenlerin örgütlü şekilde direnebilmeleri için şimdiden gerekli hazırlıkları yapmaktır. Bu kadarı, ABD'ye rehin olmuş bir devlet için bile zor değildir.
|