Avrupa'nın yumuşak karnı
Avrupa Birliği, Türkiye'yi tam üyeliğe almamak için Kıbrıs, dolaşım hakkı ya da özel statü verme gibi konularda siyasi manevralarla uğraşırken kendi evindeki sorunları unutmuş görünüyor. Yumuşak karnı ile ilgili konulara pek vakit ayıramıyor. Avrupa'nın yumuşak karnı yapısal reformlardır. Teknoloji üretmek açısından bir çok ülkeden geri kalan Avrupa, yıllardır eskiyen yapısını yenileyecek reformları yapamamaktadır. Buna neden siyasi kaygılardır. Oysa, 2000 yılında Lizbon toplantısında Avrupa ekonomisi için, "2010 yılına kadar bilgiye dayalı biçimde dünyanın en rekabetçi ve dinamik ekonomisi konumuna gelme" hedefi seçilmişti. Bu kararın verilmesinin üzerinden dört yıl geçmesine rağmen yapısal reformlarda hala "tık" yok. Başlarında, "karar tamam da uygulamayı görelim" diyenler bulunmadığından reformlar sürüncemede kalıyor. Lizbon'da benimsenen hedefi gerçekleştirmenin olmazsa olmaz şartının, enflasyona neden olmayarak büyümeyi ve istihdam artışını destekleyen bir makroekonomik politika demetine, bir dizi yapısal reformları eklemek olduğunu Avrupa'lı yöneticileri biliyorlar. Yapısal reformların amacı verimliliği arttırmak. Verimlilik, Avrupa'da 1980'lerden bu yana düşüyor. ABD ile arasındaki verimlilik farkı giderek açılıyor. Gerekli reformlar yapılmazsa, "dünyanın en rekabetçi ülkesi olma" hedefi bir hayal olarak kalacak. İşgücünün saat başı maliyeti olarak hesaplanan verimlilik, Avrupa ekonomilerinde yıllık ortalama olarak 1980'lerde % 2,3 iken, 1990'larda % 1,2 ye düşmüş. Bu yılın ilk altı ayındaki ölçümlemelere göre verimlilik % 0,7 düzeyinde. Bu oranlar ABD'de % 3'ler civarında. ABD ile Avrupa ekonomilerinde verimlilik farkı 1980'lerde 0,7 puan iken, bu şimdi ikiye katlanmış. Dolayısıyla, Avrupa ile ABD arasındaki verimlilik farkı giderek açılmakta, Avrupa'nın rekabetçilik düzeyi de göreli olarak gerilemekte. Bu trendin uzun dönemde devam edemeyeceği kesin. Aksi halde Avrupa, ne rekabetçi ne de dinamik bir ülke olabilecektir. Çözüm yeni teknoloji üretme ve buluşları ortaya çıkarma kapasitesini arttırmaktan geçmektedir. Konunun uzmanları, bunu gerçekleştirmek için sistemin liberalleşmesinin hızlanması gereği üzerinde durmaktadırlar. Zira, mevcut düzenlemeler rekabeti önlemekte, yeni buluşları kösteklemekte ve teknolojik gelişmelere olanak tanımamaktadır. Özellikle, hizmetler sektöründeki kısıtlamalar açık ve seçik ortada durmaktadır. Araştırma ve geliştirme yatırımlarının canlandırılmasını ve insana yapılacak yatırımın hızlandırılmasını sağlayacak yapısal reformlar bu konuda hayati öneme sahiptir. Muhafazakar, değişim ve yenilikten hoşlanmaz, kendi koşullarını diğer ülkelere uyarlamayı görev edinmiş Avrupa bu kez zor durumda. Reformları yapmasalar, başta ABD, Çin ve hatta Türkiye gibi ülkelerle rekabet açısından geride kalacak. Büyümesini arttıramayacak, kısıtlı istihdam yaratma olanağına sahip olacak ve dinamizmini kaybedecek. "Yok ben yapısal reformları uygulamayıp, bunun yerine bütçe açıklarını yüzde 3'ün üzerine çıkarıp ekonomiyi canlandıracağım" derse, kısa vadeli politik kaygılardan bu yola sapıldığını hemen fark edecek piyasalar karşısında kredibilite kaybına uğrayacak. Avrupa'lı siyasetçiler, kamuoylarında Türkiye üzerinden prim yapma gibi kısa vadeli işleri unutup, yapısal reformlarına bir an önce başlamak zorundadırlar.
|