Son tura girilirken...
Avrupa Parlamentosu eski Başkanı Pat Cox, bir süre önce Türkiye ziyaretinde şöyle demişti: "Türkiye yıllardır bronz için dahi uğraşmadı, şimdi altın madalya almak için koşuyor..." Bugün önemli bir aşamasına geçilecek olan Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecindeki 45 yıllık geçmişine bakıldığında, aslında sözün doğruluğu da ortaya çıkıyor. Türkiye'nin AB koşusu, 31 Temmuz 1959'da o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu olan birliğe müracaatı ile başladı. Koşunun temposu başlangıçta iyi tutturuldu. Dört yıl aradan sonra 12 Eylül 1963'te Türkiye'ye Gümrük Birliği ve tam üyeliği getirmesi hedeflenen Ankara Anlaşması ile 1 Aralık 1964'te Mali Protokol imzalandı. Bu tarihten sonra ne olduysa, kramp girmiş gibi Türkiye'nin AB koşusunun temposunda düşme başladı. Tam 14 yıl boyunca Türkiye'nin AB yolculuğu yürüyüş hızında ilerledi. Nitekim, 1978'de Türkiye'nin "Dördüncü Beş Yıllık Planı süresince yükümlülüklerinin askıya alınması" talebi gelince, yürüyüşe de mola verildi. Ardından, 12 Eylül 1980 darbesi ve ilişkilerin kopuşu... Avrupa ile Türkiye arasındaki kopukluk tam 6 yıl sürdü.
Uzun ince yol Turgut Özal'ın Başbakanlığı döneminde ısınma antremanlarına tekrar başlandı.. 16 Eylül 1986'da Ortaklık Konseyi toplandı. Bu toplantı, koşunun yeniden başlaması için çıkış çizgisine tekrar gelmek gibiydi. Koşunun ikinci startı Özal'ın, "Uzun ince bir yol" sözüyle 14 Nisan 1987'de Avrupa Topluluğu'na tam üyelik başvurusuyla başladı. Beş yıl boyunca, 1992'ye kadar Avrupa Topluluğu'nun kendi içini düzene sokma kararı nedeniyle koşunun temposu bir türlü yükseltilemedi. Bu tarihten sonra AB'nin önemli bir güç haline gelmeye başladığını gören Türkiye, tempoyu hızlandırdı. 1992-1995 arasında temposunu artırmasının karşılığı, AB ile Gümrük Birliği Anlaşması'nın imzalanmasıyla geldi. Türkiye'nin beş yıl içinde AB'ye tam üye olacağı söylemleri yüksek perdeden dile getirilirken, tribünlerden de teşvik sloganları yükseldi. Ancak sanıldığı gibi olmadı, AB'nin 1987'de Lüksemburg'da yapılan zirvesinde tam üye adayı olarak Türkiye'nin adı anılmayınca koşuya bir kez daha mola verildi. İki yıl aradan sonra, 1999'da Helsinki'de aday ülke ilanı ile koşu bir kez daha başladı. Bu kez tam antrenmanlı olan Türkiye hızını da artırdı ve devrim niteliğindeki yasaları bu hafta başına kadar çıkarmaya devam etti. Bu uzun süreç sonunda, Türkiye'nin önüne sayfalarca uzayan şartlar çıkarıldı. Ve bugün Türkiye'den de kaynaklanmayan sadece üç konuda pazarlık yapılan noktaya gelindi. Bunlarından birinin de bugün aşılması ihtimali yüksek. O da Kıbrıs Rus kesimi ile Gümrük Birliği'nin yolunu açacak uyum protokolünün imzası. Uyum Protokolü'nü imzalamak Türkiye'nin Rum kesimini tanıması anlamına gelmiyor. Zaten bu konu, tek tek ülkelerle değil, AB Komisyonu ile müzakere ediliyor. Viyana Anlaşması'na göre bir taraf buna çekince koyma hakkını elinde tutabiliyor. Ayrıca protokol için TBMM'nin de onayı gerekiyor.
Kıbrıs'ta masa kuruluyor Kıbrıs'ta BM Genel Sekreteri'nin girişimi ile Annan Planı esas alınarak kalıcı bir sonucun alınması için yeniden masaya oturulmasına hem KKTC, hem de Ankara sıcak yaklaşıyor. İkinci tartışma konusu, serbest dolaşıma ve tarıma kalıcı kısıtlama getirilmesi çabasına gelince.. Öncelikle serbest dolaşıma kalıcı kısıtlama getirmek AB hukukuna aykırı. Böyle bir kısıtlama getirilse bile bunun kalıcı olmayacağı da görülüyor. Müzakerelerin ucu açık olmasıyla ilgili üçüncü pazarlık konusunda ise Brüksel'den gelen haberlere bakılırsa dün önemli bir mesafe alındı. Bugün açıklanacak Rapor'da her ne kadar "ucu açıklığa" güçlü bir vurgu yapılıyor olsa da müzakerelerin tam üyelikle sonuçlanacağı kayda geçiriliyor. AB koşusunu 45 yıldır sürdüren Türkiye'nin önünde, 10 yıllık bir koşu daha bulunuyor. 45 yıldır verdiği uğraş ve sonuçta yakaladığı tempo ile ipi daha önce göğüslemesi ihtimali de çok yüksek...
|