Çocuklar ve mutluluk!
Yazımızın "ana mesele"sine geçmeden önce, kısa bir bilgi sunalım. Halk müziğimizin başarılı yorumcularından Sümer Ezgü, "İşgalistan" da olup bitenlere, kıyımlara, gelip geçen görüntülere bakıp bakıp "Irak Olsun" diye bir türkü yazıp besteledi. Hüzün veren duygulu bir beste ve oldukça naif sözler.. "Yetti canlar gayrı, bu son durak olsun oy.. Savaşlara neden gerek olsun oy.. Anam gibi anaları vurmak için mi Yavrum gibi yavruları yakmak için mi?" Dinledim; eline sağlık diyecek oldum, "Şimdi, asıl senin eline sağlık olacak" dedi gülerek! Anladım tabii, "işgalden bu yana" Irak'tan, bir de son dönemde Filistin' den önümüze akıp gelen ve düşen görüntülerden bir kolaj-klip yapmamızı istiyordu. Bizim işimiz değil klip, zaten, "profesyonel bir iş" olarak da istenmiyor ama hem insani bir tavır hem de çorbada bir tuz niyetine ve seve seve arkadaşlarla oturup bir çalışma yaptık ve Sümer'e teslim ettik. Ortaya çıkan türkü-film, yığınla çocuk cesedi arasında, torununun cansız bedenini arayan bir kadının çığlığıyla başlıyor, kapıları tekmeleyerek açan Amerikan askerlerinin görüntüleriyle son buluyor vs. Felluce'den, Filistin'den de (özellikle de çocuk) görüntüler girip çıkıyor zaman zaman. Sümer, "İşte şimdi, elinize ve bana da sağlık diyebiliriz!" diye şakasını yaptı ve gösterim turuna çıktı klip..
*** Önceki akşam Cine 5'te, "Başka Yerde Yok" a, Mesut Yar ve Çağla Kubat' ın karşısına çıktık Sümer Ezgü ile.. Sağolsunlar, Çağla ve Mesut, çalışmayla ilgili iyi dileklerini ve sorularını ardı ardına tamamladıktan sonra, final bir soru yönelttiler: "Geleceğin türküsü ne olacak?" Mesleğinin inceliklerini gayet iyi bilen Sümer, halk müziğimize dair teknik bilgiler ve gelişmelerden de söz ederek şöyle olabilir, böyle olabilir diye kendince yanıtladı soruyu.. Tamam, uzmanlığım ve yeterli bilgim yoktu ama bu topraklarda yaşayan biri olarak, pekala bir çift söz etmeliydim ve zaten bana da sorulmuştu aynı soru! Fakat nedense kilitlenmiştim! Birkaç saniye es oldu! Ama o kısa es e o kadar çok şey sığdı ki.. Mesela.. Umur'un (Talu) birkaç gündür üzerine pek sıkı ve yüreklice gittiği Mardin'deki ölü çocuklar! İnönü Stadı'ndaki "keskin bıçak"la "yok"a giden Cihat. Ve "terörist" diye sırtından(!) delik deşik edilen 12 yaşındaki Uğur. Uğur ki, annesinin "yavrumun ayağında terlikleri vardı ve daha ilkokula gidiyordu, neresi terörist bu çocuğun" diye haykırıp, gözyaşı döktüğü ve hem medyamızın hem de "ilgililer"in vurdumduymazlığının arasında ölümü "güm"e giden çocuk! Umur'un "Turgut Özal Mahallesi'ndeki Vatan Caddesi'nde vurulup, Atatürk Mahallesi'nde babasıyla birlikte defnedildi" diye pek anlamlı hatırlattığı çocuk.. Mesela.. Cine5 stüdyolarına varmadan kısa bir süre önce, evimde üst baş giyinirken bültenlerde izlediğim 17 yaşındaki Filistinli çocuk.. O malum "utanç duvarı"nın arasında kurulan "kontrol kapısı"nda üç dört İsrailli askerin durdurduğu çocuk. Elinde kemanı vardır, belli ki hem müzik eğitimi almak hem de çalışmak üzere "öteki taraf"a geçecektir. Ama hayır, İsrailli askerler, "çıldırtıcı bir işkence"yle uzun uzun keman çalmasını isterler ondan. Dinlemek için değil canım(!) hem "kafa bulmak" hem de güya kemanın içinde patlayıcı olup olmadığını kontrol etmek için! Askerler, en alaycı ve aşağılayıcı biçimde küçümserler Filistinli öğrenciyi, "devam et, durma" der, dururlar sıkça! Ve ne ilginçtir ki bu görüntü ve "işkence"den sonra ekrana gelen İsrailli (ve duyarlı) bir insan hakları görevlisi, kameralara şöyle diyecektir tepki olarak: "Ne hazin.. 55 yıl önce, Naziler, Çekoslovakya ve Polonya'larda bizim kemancılarımıza aynı işkenceyi, bu tür hakaretleri yapıyordu!" (Doğru ya, ne çok film seyrettik, ölüm kamplarına uğurlanan müzisyen Yahudilerin trene binerken kuyruklarda SS subaylarından işittikleri hakareti, aşağılamaları anlatırdı. Polanski'nin Piyanist'i de onlardan biriydi işte!) Mesela.. Yine iki gün önce görüntülere yansıyan Filistinli kız çocuğu.. Hani, kasete alındığı öğrenilince İsrail'li subayın "Evet, 10 yaşındaki kız çocuğunu ateş açıp öldürdük" demek zorunda kaldık dediği küçük Rana! Mesela.. Felluce'de bir eve yapılan baskın sırasında "direnişçi" diye imha edilen yedi kişilik bir aile ve tabii ki ailenin en küçük ferdi üç aylık bebek! İşte, bunlar gelip geçmişti belleğimden o üç beş saniyede ve Mesut'la Çağla'ya "Galiba neşeli ve coşkulu türküler artık zor yazılır. Ama bol bol türkü yakılır, yangın yerlerini anlatan, bol bol ağıt dizilir, ölümler üstüne" diyebildim.. Ne derseniz deyin, hamaset de diyebilirsiniz, umutsuzluk da.. Ama öyle dedim, diyebildim! Çünkü, hafızama takılanlar "bir gün"de olup bitmişti! Felluce'de, Filistin'de Mardin'de.. Yerim ve zamanım daraldı... Şimdi son noktayı koyar koymaz, Etiler'e Terakki Lisesi'ne, Terakki'li çocuklarla söyleşiye gideceğim.. "Hayat" üzerine!
|