|
 |
|
 |
 |
Cezaevinde bayram sabahı
|
|
Koğuşların demirli penceresinden her yaştan kadın kız haykırışları yükseliyor: 'Şapkandan genel af çıkar Savaş Abi'. Hem gülüyor hem de, 'Ben ne adalet bakanıyım ne de sihirbaz..
Dertleşmeye geldim' diyorum Kadir bebek Paşakapı Cezaevi'nin maskotu oluverdi. Babası da bir başka hapishanede tutuklu. O henüz dört günlük bir yaşam yolcusu ama şimdiden binbir ton acının, kederin, hüzünün müstakbel yürek hamalı belli ki
Cezaevinde bayram sabahı
Koğuşların demirli penceresinden her yaştan kadın kız haykırışları yükseliyor: 'Şapkandan genel af çıkar Savaş Abi'. Hem gülüyor hem de, 'Ben ne adalet bakanıyım ne de sihirbaz. Dertleşmeye geldim' diyorum Kadir bebek Paşakapı Cezaevi'nin maskotu oluverdi. Babası da bir başka hapishanede tutuklu. O henüz dört günlük bir yaşam yolcusu ama şimdiden binbir ton acının, kederin, hüzünün müstakbel yürek hamalı belli ki.
BEŞİK YERİNE RANZADA BÜYÜYECEK Dört gece önce, yani kutsal Kadir Gecesi bir bebek doğdu. Hem de tez canlı, telaşeli, aceleci doğdu o parmak çocuk. Anacığının karnında 9 10 günü tamamına erdirmeden, "Bura bana dar geliyor, kapalı kalmak yetti gayrı" der gibi, daha 7 aylık hallerdeyken attı kendini dışarı. Lakin heyhaaat!.. Bilmiyordu ki bir başka mahpusluğun suçsuz ve zorunlu tutsağı olarak düşmüştü dünyaya. Çünkü karnından çıktığı anne bir tutukluydu ve Üsküdar'da, Paşakapısı Cezaevindeydi. Demincek dedimdi ya, mübarek Kadir gecesi doğdu dedimdi ya; hah işte o yüzden de koğuş ahalisi ittifakla karar aldı ve adını Kadir koydular bebeğin...
Ben o bebeği gördüm sevdim okşadım geçen günü. Paşakapı mahpusanesine bayram söyleşileri yapmaya gitmiştim içerdekilerle. Yeni doğan var deyince de taş merdivenleri çar çabuk çıkıp üst kat koğuşlarından birine yönelmiştim. Orada, o dar koğuşta sıralanmış ranzalardan en köşedekinde ve alt kat yatağında emzirmekteydi onu anası. Bir ara sütten kesti, istedim kucağıma verdi Kadir bebeyi. Sevdim, kokladım, gülücük bile yaptırdım sonunda. Elbet anasıyla da konuştum, dinledim derdini onun da. Sıra sıra gideceğim de o yüzden erteliyorum o mevzuyu şimdilik. Gelin baştan sona anlatayım, siz de gözüm alın seyreyleyin kadın-çocuk mahpushanesini, Paşakapısı'nı...
40 YIL SONRA PAŞAKAPISI Üsküdar'da geçen, çocukluğumdan bin bir anı var belleğimde. Ama küçümen çağlardaki düş kurguculuğumun baş yapıtı aha da burayla, Paşakapısı Cezaevi'yle ilgili. Çünkü biz, az ötesinde Doğancılar Parkı'nda sınıfça geziye çıkmışken bir şeyler gümbürdemiş ve o seslerin isyan bastırmak için ateş açan jandarmaların tüfeklerinden geldiğini tee sonra öğrenmiştik. Uzaktan kaçamak bakışlarda gördüğümüz koşuşturan askerler, vızırdayan arabalar, itfaiye arabaları, cipler polisler kaçışanlar koşuşanlar. Hayatımda duyduğum ilk silah sesiydi bunlar ve polis ya da jandarma olup siperlerden çok yakından bakabilmeyi çok istemiştim o çocuk halimle. 40 yıl sonrasında düşlere tezgah ettiğim Paşakapısı ardına kadar açılıyor şimdi bana. Elimde Adalet bakanlığından kapı gibi izin belgesi var ve ben içeride rahatça çalışabileceğim.
BU GAZETECİ ZARARSIZ Girer girmez gözüme ilk çarpan, bunca tarihi kadim eski binanın, bunca dirençli takatli kalabilmiş olması. Ama belli ki kendi evlerine bakar gibi bakıyor buranın personeli cezaevine. Boyası, badanası, yeri, duvarı, tavanı pırıl pırıl temiz bakımlı tertipli nizamlı. Hemen hepsini bizzat gidip gördüğüm cezaevleri arasında en ihtimamlı bakılanı bu olmalı. Girişte herkesçe malum protokol muhabbetlerini es geçiyorum. Avludan başlamak en iyisi. Bebek meselesi önceliği almıştı ya, ardından tekrar avluya indim ve ilk anların soğuk, tedirgin havasını dağıtmak için bin türlü çareler arayıp buldum. İşte endişeler bitti. "Gelen gazeteci zararsız" havası sindi içine cezaevi ahalisinin. Hiç istemeyenlerle kamera arkasında dertleşmek, konuşmak, şakalaşmak, ağlaşmak isteyenlerle, muhabbetler kurdum saatler süren. Hepsini yarın anlatacağım...
|
|
|
|
|
 |
|
 |
|