| |
|
|
Olmaz ki, böyle de görüş alınmaz ki...
Önce başıma gelen bir iki olayı anlatayım. * Bir TV kanalı sabah programına davet etti. Konu: Tan Sağtürk'ün eşcinsellik ve futbolcular yaptığı açıklama... Mümkün değildi. "O zaman çekim yapalım, programda yayınlayalım" dediler. Peki. Geldiler. Konuştuk. Ertesi gün yayınlandı. Buraya kadar bir sorun yok. Ancak kim olduğumu belirtmemişlerdi. Seyirci durup dururken bir adamın ahkam kesmesini dinledi. * Yine bir TV kanalı. Gece haberlerinde telefonla bağlandılar. Konu: Yeni Lira üstündeki Atatürk fotoğrafları... Bir şeyler anlattım. Kameranın o anda kendisini çektiğini fark etmeyen spiker (herhalde stüdyo yönetmenine) "Üfff, bu da amma uzattı" türünden jestler ve mimikler yaptı. * Bir ara karar almıştım. Gazeteler, dergiler görüş sorduklarında "Ne kadar uzunlukta istiyorsanız yazayım. İster bir sayfa, ister bir cümle. Ama yeter ki dokunmayın" diyordum. Geçen gün bir dergiden aradılar. Konu: Gençlik argosu. Hastaydım, yazacak halim yoktu. Zaten onların da acelesi vardı. Telefonda uzun uzun anlattım. Sonra çıkan metni okudum ki... Allah Allah! Cümleler arasındaki bağlantılar kopmuş, mantık silsilesi dağılmış. Beni tanımayan bir kişi, "Bu adam deli mi" der! Bunlar son 15 günde başıma gelenler. Peki bu ve benzeri örnekler bize neyi gösteriyor? Sanırım şöyle bir durum var: Medya bir haberi işlerken 'köşelere' ihtiyaç duyuyor. Yani o konu hakkında 'yorum' yapacak insanlara... 'Yorumcular' işin uzmanı, ünlü ya da ağzı laf yapan, ilginç laflar edebilen, konuya değişik açıdan bakabilen kişiler oluyor. Böylece haberin kuruluğu gideriliyor, yayın zenginleşiyor. Buna hiçbir itirazım yok. Ben de medyada çalışırken aynı yönteme defalarca başvurdum. Ancak... Eğer bu 'köşeleri' (basında 'kutu' deriz) laf olsun torba dolsun diye... "Görüş aldık mı, telefon bağlantısı yaptık mı? Elbette abicim, kaçar mı, hepsi tamam" zihniyetiyle ele alırsak... Yukarıda anlatmaya çalıştığım türden abukluklar, hatta nezaket dışı davranışlar çıkıyor ortaya. Ve kalite düşüyor.
|