| |
Anılar, insan belleğinin bastonudur..
Milliyet'in "Serin Duruş"çuları, televizyonlarda yakaladıkları gafları sürekli sergilerler. Bizler de bunları okurken güleriz. Örneğin bir programda Oya Aydoğan Malezyalı dansçıları "Malezya Dans Halkları" topluluğu diye sunmuş. Yasemin Bozkurt da, programına katılan bir kişiye "Babanız halanızın nesi oluyor" diye soru yöneltmiş. Bir canlı yayında bu tür dil sürçmelerinin olması o kadar doğal ki. Yıllar önce bir açık oturum yönetiyordum canlı yayında. Konuşmacılardan biri söz aldı ve şöyle dedi bana dönüp, -Sayın Barlas.. Şimdi anlatacaklarım çok özel bilgiler içeriyor. Bunların aramızda kalmasını rica ediyorum. Ben de gülerek şu cevabı vermiştim: -Söz veriyorum. Anlatacaklarınızı, sadece ben ve bu programı izleyenler duyacak. Bana güvenebilirsiniz. Anılar hep böyle şeylerden oluşmaz mı? Arkadaşlığımızın neredeyse yarım yüzyıla dayandığı Doğan Hızlan, Cumhuriyet'in renkli fotoğrafçısı rahmetli Selahattin Giz'in "Sefirden Sefile" sergisini gezerken hatırladığı Nadir Nadi ile ilgili bir anısını nakletmişti sütununda. O anlatılanlar sırasında ben de görgü tanığı olarak Cumhuriyet'in yazı işleri odasındaydım. Bir pazar sabahıydı. Erol Dallı'nın yanında Mücahit Beşer de Yazı İşleri Müdürü olmuştu. Bu görevindeki ilk günlerden birinin keyfini yaşıyordu. Telefon çaldı, Mücahit Beşer açtı. Karşıdaki ses "Ben Nadir" demiş. O sırada Nadir Nadi'nin arası gazeteyle açıktı ve uzunca bir süredir yazı yazmıyordu. Cumhuriyet'le ilişkileri kopuk gibiydi. Başyazıları, Genel Yayın Müdürü olan Ecvet Güresin yazıyordu. Bu dönem 1964 sonundaydı. Bu nedenle telefonda "Ben Nadir" diyen kişinin Nadir Nadi olması ihtimal dışıydı. Olsa olsa, Cumhuriyet istihbaratında Beyoğlu'na bakan Nadir Dayı olabilirdi. Mücahit Beşer de bunu böyle kabul edip, "Ne istiyorsun" diye hafif tersledi telefondaki kişiyi. Telefondaki Nadir "Yazımı yazdım. Gönderiyorum" demiş. Mücahit Beşer de bunun üzerine, "İyi, buna sevindim. Kabızlığın geçti" şeklinde cevap verdi. Telefondaki Nadir herhalde bunları duymazdan gelmeyi yeğlemiş ve "Yazımı Ecvet Bey'in yazıları gibi, birinci sayfaya çift sütun koyun" demiş. Bu defa Mücahit Beşer sinirlendi ve "Ulan, çok ileri gittin. İstersen manşetten sekiz sütun vereyim" dedi. Karşı taraftaki Nadir bu cevap üzerine kapattı telefonu. Biz de yazıişleri odasında, gülüşerek sohbete başladık. Aradan yarım saat ya geçti, ya geçmedi. Yazı işlerinin kapısı açıldı ve içeriye, elinde yazısının bulunduğu kağıtlarla Nadir Nadi girdi. -Biraz evvel benimle telefonda konuşan kişi kimdi, diye sordu. Meğer Nadir Bey, o sırada gazetenin yönetiminde bulunan kardeşi Doğan Nadi ile uzlaşmış ve yeniden başyazılarına başlaması kararlaştırılmış. Ama bu yeni durumu, Yazı İşleri Müdürü Mücahit Beşer'e söylemeyi unutmuşlar. Nadir Nadi'nin sorusuna kimse cevap vermedi. Mücahit Beşer sessizce odadan sıvışır gibi çıktı. Yani medyada hatalar sadece televizyon canlı yayınlarında olmuyor. Milliyet'te 1980'li yıllarda başyazıları yazıyordum; Spor Servisi'nin efsanevi ismi Namık Sevik vefat etti. Cağaloğlu'ndaki binanın önünde tören yaptık. Ben de gazete adına, çok sevdiğim Namık Sevik için, duygusal bir konuşma yaptım. Konuşma bitti, tabutun peşinden yürürken, cemaatin arasında bulunan Erol Simavi yanıma geldi: -Kafanı siyasete çok takmışsın. Konuşmanda en az üç kez, Namık Sevik yerine Namık Gedik dedin, diye sırtıma vurdu ve uzaklaştı. Özetle, insanlar hata yapmak üzere doğumlarında programlanmıştır.
|