Hangi değerler!
Süreç hızlandıkça, ikide bir "Avrupa'ya giriyoruz." Üyeliği 10-15 yıl sonra gündeme gelebilecek ülkenin, neredeyse haftada bir "Avrupa'ya girişi" herhalde hayretliktir. Kelime, kavram, mütalaa, muhakeme haznesi neredeyse kurumuş medyada, "deliye her gün bayram". İşlerin somutlaşmaya başladığı bir dönemin raporları, imzaları elbette doğal. Merhalelerden geçiliyor, çekişme yaşanıyor, işlemler yerine geliyor; tamam. Ama her defasında bunun adı, "Avrupa'ya girmek, Avrupa'ya imza atmak" mıdır? "Avrupa Birliği güzergahı yanlısı" birinin bile, aklı başındaysa, tiksineceği yapış yapış bir cıvıklık. Kendi demokratik kültürlerini oturtamamışların, bir zamanlar "tehlikeli" buldukları insanların partisi marifetiyle bayramları. Anti-demokratik sancıları, acıları hiç çekmemişlerin, içselleştirmedikleri "değerler"le şıklık yarışına girdikleri balo. Bugünün demokratikleşme sürecinde, değişen, değişmesi gereken ne hoyratlık varsa, yıllarca propagandasını, payandalığını yapmışların "çağdaşlık festivali". Yönettikleri iş yerlerinde çalışanlardan sokaklara, yanı başlarındaki işgal kıyıcılığından varoşlara, yoksulluğa, cezaevlerinden hak mücadelesi yapanlara kadar... Hiçbir insanı, kendileri gibi olmadıkça önemsememişlerin, aşağılamışların, dışlamalara müstahak görenlerin, "insan temelli" Avrupa Anayasası şenliği.
Anketlere göre, Türkiye'nin ço- ğunluğu "Avrupa Birliği'nden yana." Lakin, öyle bir hava var ki, yukarıdaki şahsiyetler sanki "kendilerinden olan, kendileri olan, kendilerinin olan" bir birliğe, ülkenin "geri" halkına rağmen nihayet kavuşuyor. Onların her birinin değişmesine hiç gerek yok. Onlar; eğitimleriyle, varlıklarıyla, ağız tatlarıyla, uçak biletleriyle, sayfaları dolu pasaportlarıyla, yabancı dilleriyle, zevkleriyle, görgüleriyle, dinledikleri müzikler, seyrettikleri filmler, tükettikleri mönüler, ezberdeki malumatlarıyla zaten "Avrupalı". Dindarıyla, yoksuluyla, magandasıyla, cahiliyle, isyankarıyla, köylüsüyle, işsiziyle "halk yığınları" öğrenmek zorunda "Avrupalı olmayı"! Avrupa'nın din savaşları, etnik savaşları, iç savaşları, sömürgeciliği, sömürgecilikten baki travmaları, devrimleri, ayaklanmaları, faşizmleri, ırkçılıkları, işgalleri, dünya savaşları içinden süzülen deneyimle oluşmuş, sıvanarak "ortak payda"ya oturmuş "değerler"i sanki gökten indi. Pek tarihi, fazla "iyi insani" perspektifi olmadan, sadece güce taparak güç ilişkilerini sürdürenlere, kendileri bedel ödememek için başkalarına hep ağır bedeller ödetmeye alışmışlara da çok yakıştı! Hep ne güzel "değerler"i olmuştu onların!
Bir yanda, "Atatürkçülük, milliyetçilik, ulus devlet" deyip dururken, içine kapanmış, kapatılmış bu ülkede kimlerin kimlere hangi acıları yaşattıklarını umursamaz hale gelenlerin bağnazlığı... Bir yanda, "Avrupalıyız" diye bayram yaparken, sözde demokratikleşirken, kendilerinin ekonomiktoplumsal gücünden, temel insani değerleri çiğneyen gündelik şiddetinden hiç vazgeçmeden "Avrupalı değerleri"i temsil ettiklerini sananların şaklabanlığı. Her ikisine de mesafeli; gerçekten de "insani değerleri" temsil eden, Avrupa'nın insanlık tarihine de, bu ülkenin insani çeşitliliğine de ihanet etmeyen bir yol bulunur belki.
|