| |
|
|
Dünya klasiklerini yeniden okumalıyız!
Neden dünya edebiyatının klasiklerini okuruz ki? Örneğin Cervantes'in "Don Kişot"u (Don Quijote de la Mancha), İbsen'in "Per Günt"ü (Peer Gynt), Gonçarov'un "Oblomov"u gibi eserler, onları okuyanların hoş vakit geçirmesinden öteye ne bırakırlar insan aklında? Bu kitapları bilinçli okuduğunuz zaman, insanın gerçeklerle uyumsuzluğu halinde başına gelecekleri görürsünüz. Kemal Tahir'in bana, "Çocukluğunda okuduğun klasikleri yeniden okumalısın" dediğini bir yazımda anlatmıştım. Bu öğüdü dinledim. Gerçekten çok yararlandım. Türkiye Cumhuriyeti'nin çocukluk yıllarındaki kuruluş heyecanını yaşayan toplumun da, şimdi olgunluk çağına girerken, dünya klasiklerini daha bilinçle okuması ve kendi toplumsal hayatında, bunlardan edindiği bilgiler ışığında farklı açılardan dünya gerçeklerine bakması gerekiyor. Örneğin Don Kişot, feodalizmden burjuvaziye geçişin arasında kalmış bir meczuptur. Bu yüzden yel değirmenlerine bile mızrağı ile saldırmaz mı? Per Günt, hayalleri ile gerçekler arasında kalıp, kronik bir yalancı olur. Oblomov, çiftliği, köleleri olan bir mirasyedi derebeyidir. Köylülerin hazırlayacağı ekmeği yemek üzere büyütülmüştür. Bu yüzden ekmeğini kendi kazanan insanlar arasında ne yapacağını şaşırır, böyle bir hayata hazır olmayan iradesi söner, ölüme benzeyen uyuşukluğa gömülür. Her şeyin çözümünü yarına bırakarak yok olur. Cumhuriyet'in yeni kuşakları, müthiş bir değişimin ve inanılmaz ölçülerdeki bir global geçiş döneminin içinde bulunulduğunun farkında olmalıdır. Sovyetler'in çökmesi ertesinde tek süper güç olarak kalan ABD bile, şimdi yeni bir döneme geçişin sancılarını yaşamakta. Dış rekabet yok olunca, iç kavgalar başlar çünkü. Bu, tarihte de böyle olmamış mıdır? Gibbon'un "Roma Tarihi"ni okursanız bunu çok iyi görürsünüz. Türkiye de bu geçiş dönemini, bilgili ve bilinçli bir toplum olarak karşılayıp, kendisini yeni koşullara uyarlamak zorunda. Don Kişotvari bir hayalperestlikle, Pergüntçe bir yalancılıkla, Oblomovca bir zihni ve bedeni tembellikle günlerin geçmesini beklersek, bu işin sonu büyük üzüntüler ve hatta felaketlerle bitebilir. Cumhuriyet'in her yıldönümünde, dünya ve yurt gerçeklerine göre değil de, kendi kalıplaşmış düşüncelerimize göre yeldeğirmenlerini hedef alır ve kutlamaları, tehditlere (daha doğrusu fobilere) dönük bir anakronik karşı saldırı törenine dönüştürürsek, kendilerini zamanın dışında tutmaya çalışan Küba'ya veya Kuzey Kore'ye benzeriz. Artık eskisinden daha akıllı, daha bilinçli, daha bilgili olmak zorundayız. "Ankara'nın Aklı"nın her şeye yetmediğini anlamış olmamız gerekiyor. Tartışılması ve anlaşılması gereken ne kadar olgu varsa, bunların başına bir "Sözde" kelimesi yerleştirdiğimiz zaman, başlarını kuma gömerek gerçekleri yok varsayan devekuşlarına benzemiyor muyuz? Sonuçta bütün bu meseleler "Kriz"e dönüşerek birikiyor. "Güneydoğu Sorunu"nu, "Kürt Realitesi"ne dönüştürmemiz bu kadar uzun mu sürmeliydi yani? Dış ilişkilerimizin tümünü, "Haklı Kıbrıs Davası"na veya "Sözde Ermeni Soykırımı"na endeksleyerek, başarılı mı olduk? Bütün gelişmiş dünyanın tartıştığı ve içine girmeye çalıştığımız Avrupa için günlük konular olan meseleleri seslendirenlere, 1930'lar dünyasına özgü "Rejim Düşmanı" tepkisi ile yaklaşmak, hangi akla sığıyor ki? Cumhuriyet'in ergenliği aşıp olgunluğa geçtiği bu dönemde, hepimiz dünya klasiklerini yeniden okumalıyız.
|