| |
|
|
Gazete sermayesi farklı olmak zorundadır
Medya savaşlarını dışarıdan izlediğiniz zaman, birbirlerine ateş eden gazeteleri birer savaş gemisiymiş gibi zannedebilirsiniz. Gazetelerin çalışanları, sanki deniz piyadeleri veya topçular gibi, bu savaşın askerleridir. Sermaye düğmeye basınca onlar da çarpışmaya başlar. Eğer olayı böyle görüyorsanız, tarihi ve dramatik bir yanılgı içindesinizdir biz gazetecilere bakışınızda. Elbet bütün gazete çalışanları, gazete sermayesinin başarılı olmasını, batmamasını, karanlık işlere girmemesini, devlete veya bir yerlere bağımlı olmamasını ister. Eğer sermayenin yüzü ak, sırtı pek ise, gazeteci mesleğini güvenle yapar. Kimseden korkmaz. Sadece okuruna hesap vermek zorunda olduğunu hisseder. Sansürlenmeyeceğini, susturulmayacağını, satılmayacağını bilir. Ama zaman zaman gazete sermayesi de, gazete yöneticileri de bu gerçeği unuturlar. "Gazete"yi, sadece bir "Şirket" olarak görürler. Gazetenin en önemli girdisinin, gazetecilerin ruh haleti olduğunu unuturlar. Çalışanların birer figüran veya konu mankeni olarak görülmeye başlandığı süreçlerde, o gazetenin rekabet gücü de, heyecanı da kalmaz. Bu da hemen haberlere, yorumlara, mizanpaja falan yansır. Sonunda gazete sermayesi hakkındaki gelişmeleri, dışarıdan ve rakip gazetelerden öğrenmeye başlarsınız. Ruhsuz bir beden olarak gazeteye gelip gidersiniz. Artık, dış dünya değil, içinde bulunduğunuz gazetenin kendisi haber konusu olmuştur. Giden geminin ardından bakakalırsınız. Atamazsınız kendinizi denize. Serde, uzun yıllar süren çabalarla edindiğiniz mesleğiniz vardır. Çukurova Grubu'nun içinde bulunduğu zor duruma ilişkin haber ve yorumları rakip sermayenin gazetelerinden izlerken, hep Çukurova Grubu'ndaki medyalarda çalışan ve çoğu arkadaşım olan meslektaşım emekçilerin hissettiği ıstırabı düşünüyorum. Önceki gün Şakir Süter'in Akşam'daki yazısını okurken, haklı olduğumu gördüm. Bazı satır başlarını siz sayın okurlarıma aktarayım: -Gazetemizin çok ötesinde bir yerlerde de tatsızlıklar yaşanıyor. Çukurova'nın devlete ödemek zorunda olduğu bir borcu var. Devlet '15 yılda ödeyebilirsin' demiş; Çukurova ile anlaşma sağlanmış. Sonra ortaya bir kreditör çıkmış. 'Ben size şu şu koşullarda 4.1 milyar dolar kredi veririm' demiş ve anlaşma sağlanmış. Kredi vaadinde bulunan şahıs son ana kadar 'verdim, veriyorum' vaadini sürdürüp, son gün 'ben yokum' diyerek caymış. -Buna ister kandırma-kandırılma deyin, ister tedbirsizlik, ister uluslararası bir tezgahın içine düşmek. Mehmet Emin Karamehmet'in yıllardır bazı yakınları tarafından 'kandırıldığını' duyardım... İsimler de verilirdi tek tek: - Şu şu isimler, sizin patronu şu miktarlarda şöyle şöyle dolandırdı vs. Doğrusu ya, bu bilgileri abartılı bulurdum. -Metin Münir'in Vatan'da yazdığı 14 Ekim tarihli yazıyı okuyuncaya kadar, söylenenlerin abartılı olup-olmadığını düşünmeye başladım. Bir adam karşınıza geliyor; 4.1 milyar dolarlık kredi vereceğini söylüyor; anlaşma yapılıyor. Ama adam bir süre sonra kayıp; ne adres bırakıyor ne kartvizit. Kabul etmek gerekir ki... Milyar dolarlık bir anlaşma yapan kişinin 'adres' bırakmamış olması, dünyanın her yerinde haber değeri taşır. - Dün, bu satırları kaleme aldığım saate kadar Çukurova'dan kimseye ulaşamadığım için 'doğru ya da yanlış' diyemiyorum. Zaten ekonomi benim uzağımdaki bir konu; anlamam ama anlamaya çalışıyorum. Buna rağmen hiç anlayamadığım birkaç konu var: - Bu muhterem kreditör şimdi nerede? Acaba kendisine birileri 'sen Çukurova'yı son ana kadar oyala, sonra cay' tavsiyesinde mi bulundu? - Çukurova kendisini anlatmakta niçin bu kadar başarısız? - Diğer yayın organları, Çukurova'nın içinde bulunduğu durumu tabii ki haber yapacaklar, yapmalılar ama... Niçin zil takıp oynamadıkları kaldı? Binlerce kişinin işsiz kalma ihtimali, bu meslektaşlarımız için 'bayram nedeni' mi sayılıyor? Düşünün.. Çukurova veya Karamehmet, olup bitenleri kendisine ait gazetenin çalışanlarına bile anlatmıyor. Benim başta anlatmak istediğim durum bu işte. Şakir Süter'i kutluyorum. Hepimizin, tüm gazetecilerin değişik zamanlarda ve değişik gazetelerde yaşadıklarımızı, Çukurova olayı vesilesiyle öylesine güzel anlatmış ki.
|