| |
|
|
Yaşamdan dakikalar ve ölen biz!..
Gamlı baykuş konuşmaları yapmak istemem ama biz galiba öldük. Hem öyle dün, evvelki gün, geçen hafta filan da değil de epey bir önceden öldük fark etmeden. Sözünü ettiğim ölüm beden ölümü değil elbet. Yani kalp durdu, can çıktı, ruh uçtu vaziyetlerini konu etmiyorum. Bizimkisi tarifi zor, anlaması müşkül bir ölüm hali. Umudumuz, duygumuz, titreşimimiz, kalitemiz, merakımız çoktan hakkın rahmetine kavuşmuş da fark etmeden "yaşayıp" gidiyormuşuz onu diyorum. İpi kopmuş uçurtma misali "Nereden çıkardın bu saçma sapan tespiti, ne saçmalıyon hemşerim?" diyenlere yanıtım tek. Çünkü "Yaşamdan Dakikaları" seyretmedik. İçinde hepimizden iri kıyım parçalar olan bir televizyon programını pas geçtik, zaptır ettik, ilgilenmedik. Oysa o programın her saniyesinde bizi onu seyretmeme gafletine iten, o an takıldığımız alternatif yayınlara mahkoluşun müsebbibi olan boşluk hallerinin panzehiri sunuluyordu. Elimizden, avucumuzdan kayıp giden, ipi kopmuş uçurtmalarca boşlukta salınan, "baş atıp" düşen neyimiz varsa orada hatırlayacaktık beceremedik. Çürüyüşün, yokoluşun göze görünmez virüsüne karşı aşı olacaktık kol uzatmadık. İzlemedik, yazık ettik!.. Hıncal Uluç, Kenan Onuk, Haşmetet Babaoğlu triosu bu kez Nebil Özgentürk'ün konuk evsahibi olarak katıldığı muhteşem bir sohbet kuartetine dönüşmüştü, izlemedik yazık ettik. Geç vakitlerin acımasız rendesi seyredilme azlığının bir unsuru olabilir belki. Ama böyle kalite şeylere metelik vermeyişlerimiz ne yazık ki kof servetlerin dandik zengini oluşlumuzdan geliyor heyhaaat!.. O programın içinden Zeki Müren geçti, Münir Nurettin, Yahya Kemal, Attila İlhan, Şener Şen, Uğur Yücel, İstanbul, sevda, şiir, müzik, TRT, çalım, zulüm, haksızlık, umarsamazlık, umursuzluk geçti gitti hepimize geçmiş olsun.
|