10 yıl sonra 'Avrupa'nın ihtiyarlarına biz mi bakacağız' diyeceğiz!
Profesör Aykaç, şu anda Avrupa'da saat başı 5 bin kişinin 50 yaşını doldurduğuna işaret ederek, "Bu 10 yıl sonra her saat başı 5 bin kişi emekli olacak demek. Sizce kimin kime ihtiyacı var" diye soruyor.
Profesör Doktor Ahmet Aykaç, Financial Times'ın MBA'de en iyi 100 okul içinde 34'üncü sırada gösterdiği Fransa'daki THESEUS isimli enstitünün büyük hissedarı. Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkan Yardımcısı. Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı'nın danışmanı. Her ne kadar Robert Kolej'den mezun olduktan sonra terki diyar eylese de Aykaç, Türkiye Eğitim Gönüllüleri ve Toplum Gönüllüleri gibi pek çok vakfın kurucusu arasında. Sabancı Üniversitesi'nin, tohumlarının atıldığı ilk arama konferansından bu yana içinde yer alıyor. Ancak yurtdışında pek çok dev şirketin CEO'suna danışmanlık yapıyor ve öğretmenlik görevine devam ediyor. Aykaç'ın bugüne kadar danışmanlık yaptığı şirketler arasında British Petrol, Shell, Volkswagen, Johnson&Johnson, Skandiv ve Novo Nordisk de bulunuyor. Bask Hükümeti'ne endüstri bakanlığının kuruluşu sırasında danışmanlık yapan Aykaç, Güney Amerika'da Peru, Kolombiya ve Meksika'da müzelerin kalkınmaya katkısı üzerine Birleşmiş Milletler adına da danışmanlık yapmış. Misafir Odası sohbeti için bir araya geldiğimiz Prof. Aykaç, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne karşı çıkan Avrupa kamuoyuyla ilgili ilginç değerlendirmelerde bulundu...
* Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği konusunda Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa'da son zamanlarda özellikle sokaktaki insanda negatif bir hava oluştu. Karşı olanlar imza kampanyası, referandum dahi konuşmaya başladı. Siz ne düşünüyorsunuz? Bunu anlamak için çok geriye gitmek lazım. Bu bugünün işi değil. Unutmamak lazım ki, Türk dediğin adam bundan 500 yıl önce Avrupa'nın kendini tarif etmesi için karşısına aldığı adamdı. Yani asırlardır Avrupalı kendini Türk'e karşı olarak tanımlamış. Birden bire 'Türkler'i aramıza alalım' dendiği zaman, Avrupalı'nın kafası karışıyor. Ben neyim suali çok ağır olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Türkiye'nin AB üyeliğinin halkta çok derin yankıları oluyor. Çabuk çözülecek bir şey de değil. Hükümetler ile halk arasındaki fark aslında Türkiye'yle ilişkilerin rakamsal boyutunu bilenlerle bilmeyenler arasındaki fark.
* Halk şu anda neyi bilmiyor sizce? Avrupa'nın demografisi o şekilde ki bugün, aşağı yukarı şu anda saat başı 5 bin kişi 50 yaşını dolduruyor. Şaka değil bu. 'Baby Boomer' denilen 1944 ile 1954 yılları arasında doğanların hepsi topluca 50 oluyorlar. Bu demek oluyor ki, 10 yıl sonra saat başı 5 bin kişi kendini emekliye ayıracak. İş gücünden saatte 5 bin kişi ayrılmaya başladığı vakit, 'ben bunların ürettiği şeyleri neyle yerine koyacağım' sorusu kabus gibi çıkıyor adamların karşısına.
* Bunu siyasiler görüyor ama... Tabii siyasiler, teknik adamlar, bürokratlar görüyor ama halk görmüyor. Avrupa Parlamentosu'ndaki komisyonlardan birinin başkanı Michel Rocard geçenlerde, 'Türkiye Avrupa'nın emeklilik sigortası primi. Onun için o primin yüksekliğini fazla tartışmamak lazım'dedi. Bu rakamları bildiğiniz zaman, Avrupa'nın Türkiye'ye inanılmayacak ihtiyacı olduğunun da farkına varıyorsunuz. Ahali hakikaten bunun farkında değil. Bugün imza kampanyaları olacaktır. Negatif çıkacaktır. Fransa referanduma gidecek, belki negatif çıkacaktır. Öyle ya da böyle önümüzde zor bir süreç var. Ama 2015'e geldiğiniz zaman, soru 'Avrupa Türkiye'yi kabul eder mi' olmayacaktır. Türkiye, 'ben buraya girmek istiyor muyum' diye kendine soracak o zaman. Diyecek ki, ben genç, dinamik bir ülkeyim, Avrupa'nın ihtiyarlarına bakmak benim görevim mi? Belki de ne halleri varsa görsünler diyecek. Yani aradaki denge çok önemli.
* Avrupa hızla yaşlandığı için dediğiniz gibi çalışacak insan bulamaycaklar aslında... İki yıl önce Uluslararası İşçi Ofisi'nden (International Labor Office) bir rapor çıktı. 2020 yılında, Avrupa'nın 30 milyon işçi ithal etmesi gerecek deniyor. Bu rakam şu anda Türkiye'de çalışan nüfustan çok daha fazla bir sayıyı ifade ediyor. Yani inanılmayacak rakamlardan söz ediliyor. Dolayısıyla şu anda Avrupa'da tarihle gelecek birbiriyle çatışıyor. Kavga halindeler. Tarih diyor ki, Türkler'i alırsak bizim geleceğimiz ne olacak. Gelecek diyor ki, sen Türkler'i almazsan başın dertte. Avrupa arada sıkışmış kalmış.
* Avrupa'nın önemli CEO'larıyla, akademisyenleriyle birlikte çalışmış bir Türk olarak, Türkiye'nin bundan sonra Avrupa halkını kazanmak için nasıl bir politika izlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz? Siyasiler, iş dünyası lobi yapmak için gidecek elbette. Ama Avrupa'daki iş dünyasının tamamı olmasa da yüzde 95'i Türkiye'nin üyeliğine taraftar. Yani onlarla konuşmak bir şeyi değiştirmeyecek.
* Gidilen hedefler yanlış mı yani? Amerikalılar'ın 'town meeting' dediği toplantılar var. Gidersin bir kasabaya, örneğin okula toplarsın 500 kişiyi ve tartışmaya girersin, anlatırsın. O seviyede yapılmalı lobi. Çünkü karşı çıkan o seviye. Bir de tabii en büyük hatalardan biri devamlı konuşulan Avrupa'nın Türkiye'ye ne katacağı konusu. Biraz da Türkiye Avrupa'ya ne katacak, oturup bu konuşulmalı. Avrupa bugün bloklar arasına baktığınız zaman, örneğin verimlilik açısından en gerilerden gelen. Türkiye'de Avrupa'da hiç görmediğim kadar çok girişimci var. Türkiye farkında değil ama bu ülkenin inanılmaz bir yeni koşullara adapte olma yeteneği var. Türkiye'de olan krizin onda biri Almanya'da olsa iç savaş çıkar. Yani Türkiye'nin Avrupa'ya öğreteceği çok şey var. Bence buradaki sendikacının oradaki sendikacıyla buluşturulması gerek. Ya da Renault başkanına değil, Renault işçilerine toplantı yapmak daha işe yarayacak. Türkiye'nin üyeliğinin onlara faydası anlatılmalı.