|
Yemek yerken zarafet önemli
|
|
En iyi sofra adabı, yemeğin, insanın gözüne batmayan, mütevazı, abartısız biçimde, belli kuralları uygulayarak yenmesi olarak özetlenebilir. Başlıca kural da ne pahasına olursa olsun, konukları küçük düşürmemek ve onları utandırmamak
Ben kendi hesabıma, görgü kurallarıyla ilgili yazılardan pek hoşlanmam. Bu antipatimin nedenini şöyle bir düşündüm. Sanırım birkaç gerekçesi var. Her şeyden önce, bu tür yazılarda ukalâ bir tavır, sanki işaret parmağını sallayarak konuşan bir başöğretmenin otoriter tavrı gizlidir; "Bu böyle yapılır, şu kesinlikle şöyle yapılmaz" diye. Antipatik gelen bir yan da bu tür yazıların, okuru, sanki görgüsüz ve bilgisiz biri gibi görmesi sanırım. Bu hafta ikincisini sunduğum görgü yazılarımın okuru küçük düşürmek ve yazarını bu konunun uzmanı göstermek gibi bir amacı olmadığına sizi temin ederim. Ancak adı üstünde, "görgü kuralları". Bir kez kurallar sıralanmaya başladığında, bunların sıradan bir park gezintisinde bile karşımıza çıkan, "çimenlere basmayın!", "köpekle girilmez", "çiçek koparmayın" türü yüksek tonda uyarılar haline dönüşmesi kaçınılmaz oluyor. Bu hafta sofrayla ilgili görgü kurallarına ucundan kenarından girmek niyetindeyim. Aslında sofra adabı, iyi İstanbul Türkçe'si konuşmak gibi. Örneğin "a" harfinin üzerindeki aksanların onu daha uzun seslettiğini, yumuşattığını daha ilkokul ikinci sınıftan itibaren hepimiz bildiğimiz halde, radyo spikerlerinin çoğunun bunu başaramamalarından, aslında bir şeyi bilmekle günlük yaşamda uygulamanın aynı şey olmadığı ortaya çıkıyor. Bir kez yanlış sesletilmiş bir sözcük, insanın kulağını tırmaladığı gibi, görgüsüzce bir davranış da insanın huzurunu kaçırmaya yetiyor. En iyi sofra adabı, özetle yemeğin, insanın gözüne batmayan, mütevazı, abartısız biçimde, belli kuralları uygulayarak, zarif biçimde yenmesi. Adabıyla yenen yemekte dikkat sofradaki diğer kişilerde olmalı. Gerek sohbetin sürdürülmesine, gerekse diğer kişilerin yemek sırasında ihtiyaç duyabilecekleri şeyleri hemen görüp bunları yerine getirmeye özen gösterilmeli. Pratik bir örnek vermek gerekirse, evde yemek yeniyorsa ya da restoranda o sırada ortada servis elemanı yoksa, ekmek, şarap, masanın bir ucundaki bir meze tabağı gibi şeyleri bunlara ihtiyaç duyan masadaki kişilere iletmek, sofra adabının öncelikli kurallarından sayılıyor. Zarif biçimde yemek yeme kurallarını daha iyi anlayabilmek için sofra takımlarının bu konudaki rolüyle başlamakta yarar var. Bıçak, şık bir sofranın en önemli avadanlığı. Çok eskiden beri gelen kurala göre, yemekte çatal bıçaksız kullanılıyorsa, sağ elde tutuluyor; öyle sapını üstten avuçlayarak değil, sap avuç içine baş parmakla üstten bastırılarak, işaret parmağı ile de yandan destekleyerek... Öte yandan, bıçağın da mutlaka sağ elle kullanılması, mümkün olduğu kadar yukarıdan, saptan tutulması, işaret parmağı ile bıçağın ortalarına doğru bastırılmaması isteniyor. Bunun da nedeni, bıçağın kesici tarafının yemeğe girmiş olabileceği ve parmağa da bulaşabileceği.
ÇATAL, BIÇAK KULLANIMI Sofranın evrimi içinde bıçak ilkel yemek yeme davranışlarımızın, kaşık ise sürekli gelişen uygarlığın simgesi sayılır. Çatalsa, sofralara 17. yüzyılda girmiş. Gerek bıçakla birlikte, gerekse tek başına sofrada yer almış. Bugün de örneğin bazı giriş yemeklerinde çatal tek başına kullanılabiliyor. O zaman sağ elle tutulmaya devam ediliyor. Ancak bıçakla ya da kaşıkla birlikte kullanıldığında, sol ele geçiyor, bu kez avucun içinde, uçları aşağı gelecek biçimde tutuluyor. Kaşığa gelince, onun da sağ elle, orta parmakla tutulup baş parmakla desteklenerek kullanılması gerekiyor. Adabı muaşeret otoriteleri parmak sallayarak uyarıyorlar: "İster muhallebi yiyin, ister çorba için, kaşığı daima yan tarafından ağzınıza götürün. Sakın ola, torpil gibi baştankara ağzınıza daldırmayın!" diye. Çatal bıçak kullanma konusunda ülkeden ülkeye farklılıkların bulunduğunu gözledim. Örneğin Avrupalılar burada belirttiğim biçimde çatal sol, bıçak sağ elde, her ikisini bir arada kullanarak yemek yerlerken, Amerikalılar bıçakla yemeği ufak lokmalara böldükten sonra onu bırakıyor, çatalı sağ ele alarak yemeye devam ediyorlar. Sadece Amerikalılar'ın bulunduğu bir toplulukta bu hiç de görgüsüzlük sayılmıyor. Uygarca yemek yeme aksesuarlarından biri de peçete. Ama bugünün kağıt peçeteleri değil, büyük, dizlerin üzerine konan kumaş peçeteler. Bunlar gerçekten diz üstünde durmalı ve hiçbir zaman kayıp düşmesin diye örneğin pantolon kemerine kıstırılmamalı. Yemek bittikten sonra da katlanmadan tabağın yanına bırakılmalı. Çok şık ziyafet sofralarında bulunan, gündelik hayatımıza ise hiçbir zaman girmemiş, kâse içinde bir dilim limonla getirilen suyun içmek için olmadığını, belki hayatında hiçbir zaman bununla karşılaşmayacak kişilerin bile bilmelerinde yarar var. Parmaklar yemek sonrası bu suya daldırılıp, ardından peçeteye kurulanmak suretiyle temizleniyor. Günümüz kebapçılarında yemek sonrası getirilen kolonyalı mendillerin kibarcası denebilir. Bu parmak temizleme kâsesiyle ilgili ilginç bir de anekdot var. İngiltere'nin eski kraliçelerinden Victoria, saraya ve kraliyet ailesine sürekli saldıran bir gazeteciyi protokol görevlilerinin itirazlarına rağmen yemeğe davet etmiş. Gazeteci, yemek sırasında sofrada bulunan, içinde limon dilimi yüzen suyu bir süre sonra kafasına dikip içmiş. Etraftakiler kıkırdamaya başladıklarında, Kraliçe onlara öldürücü bir bakış fırlattıktan sonra, o da kâseyi alıp son yudumuna kadar içmiş. Kıssadan hisse; görgü kurallarının en başında geleni, ne pahasına olursa olsun konukları küçük düşürmemek, onları utandırmamak. Onlarla birlikte görgüsüzce davranmak gerekse bile...
SOFRANIN evrimi içinde bıçak ilkel yemek yeme davranışlarımızın, kaşık, sürekli gelişen uygarlığın simgesi sayılıyor. Çatalsa sofralara ancak 17. yüzyılda girmiş, bıçakla birlikte ya da tek başına yer almış
|