|
Çocuklarımız zehirsiz karides yesinler
|
|
Ortak Tarım Politikası reformu, çevreyi koruma yolunda bir dizi yeniliği gündeme soktu. Türkler tarım politikasını dönüştürebildiği ölçüde AB'ye uyum sağlar hale gelecek. Bu da birey olarak her birimizin daha lezzetli, daha sıhhatli beslenmesi demek.
Şu Mersin Limanı'ndaki "ULLA" hikayesini ileride okuyacak olanlar biz Türkler'in nasıl insanlar olduklarını, emin olun, anlamakta güçlük çekeceklerdir. Öyle ya, böyle bir hikayeye dramatik ya da traji-komik sıfatları yeter mi sizce? Şimdi gelsin muhtelif araştırmalar, malum suçlamalar... Peki ama bütün bunlar neye yarar? Konunun uzmanlarının belirttiğine göre körfeze dökülen zehirli atık esas tesirini 10 yıl sonra göstermeye başlayacakmış. Balık ve deniz mahsulleri ile zehirleri alacak insanlar, doğrudan karaciğerlerinde depolanacak bu atıktan hayati bir şekilde etkilenecekler. Karaciğer kanseri vakalarında patlama öngörülüyor. Dr. Mehmet Hacıhanefioğlu anlatıyor: Tedavisi müşkül kanserlerden...
SORUN UMURSAMAZLIK Öte yandan, örneğin balık pazarına gitseniz en baştan çıkartıcı tablalar arasında iri karideslerin yeraldığını göreceksiniz. Meslekiçi ağızla bunlar jumbo karides tabir olunur. Mersin Körfezi'nden gelen bu kıymetli karideslerin Akdeniz havzasında en yoğun bulunduğu yer burası. Yani şöyle düşünülebilirsiniz: Allah, mademki bu Türkler açık denizde balıkçılık yapamıyorlar, ancak kıyı kenar avlanırlar, ben de onlara bir ihsanda bulunayım, aç kalmasınlar demiş. Bu Mersin karidesi mevzuu böyle. Türkiye bu rakipsiz malın 180 tonunu Avrupa Birliği'ne ihraç ediyor. Mal altın gibi. Neden? Bu ebattaki rakipler okyanuslarda da var, fakat lezzeti farklı. Şimdi soralım size... Sizin elinizde böyle bir malınız olsa ne yaparsınız? Gözünüz gibi sakınırsınız değil mi? Yani işin doğayı koruma, insanlığın ortak malı çevreye özen vechelerini bir kenara koyarak, sadece ve sadece günlük kısa vadeli maddi menfaatler açısından baktığımızda dahi ağzımız açık kalacak! Aziz milletimizin en hassas olduğu bu noktada dahi bu kadar umursamaz oluşu sosyolojik bir vakadır. Kriminal değil! Şimdi bundan sonra olacaklar şunlardır: Avrupa Birliği bu karidesleri bizden almamaya başladığı gün bunlar yerli malı, yurdun malı tezgahlarında boy gösterecektir. Kimbilir, belki çevre bakanımız yanına diğer mühim zevatı alarak oraya gider karideslerden yer. Üstüne de radyasyonsuz bir çay içer. Usüldendir. Bakın biz böyle vicdansızca işlerle uğraşırken, girmeye talip olduğumuz "birlik" nelerle meşgul: Ortak Tarım Politikası, AB'nin en önemli politikalarından. Hem Brüksel'in ayırdığı bütçeler hem de yasal düzenlemelerle desteklenen dev bir proje bu dönüşüm. Bu politikayı detayları ile bilmek bizler için çok önemli. Devlet ve de birey olarak. Ne için? Çünkü Türkler tarım politikasını dönüştürebildiği ölçüde AB'ye uyum sağlar hale gelecek. Bu dönüşüm birey olarak her birimizin daha lezzetli, daha sıhhatli beslenmesi, daha müreffeh olması demek. Peki Ortak Tarım Politikası'nın ana fikri nedir? AB tarım sektörü giderek organik tarıma yöneliyor. Geçtiğimiz yıl ele alınan son Ortak Tarım Politikası reformu, çevreyi koruma yolunda bir dizi yeniliği gündeme soktu. Sektöre uzun vadede ekonomik-sosyal devamlılık getirmeyi hedefleyen, ürünlerin kalitesini arttırmak isteyen reform, çevre koruma düzenlemelerini de organik tarımın yaygınlaşması ile destekliyor. Bu konunun Türkiye için ne denli önemli olduğunu anlatmak bile yersiz. Türkiye, nerede ise her altı ayda bir yazıyoruz, organik tarımda giderek geri düştü. Topraklarımız anlamsız, bilgisiz, görgüsüz ilaçlama ve kimyasal gübreleme ile kirletildi.
EN İYİ KALİTE EN İYİ FİYATA Peki hiç mi olumlu haber yok? Olmaz mı? Her gün sağdan soldan güzel bir şey duyuyor, yeniden sevince, ümide kapılıyoruz. Daha çok yeni Yurdanur Semerci, Luc de Noirmont'u getirdi. Carrefour'un Türkiye'deki Genel Müdürü. Bize "Kalitenin kaynağında kontrolü projesi"ni anlatıyor. Bir "kalite serisi ürünü'nün" ne olduğunu... "Bu ürünün yerel üreticileri, çok kesin hatlarla çizilmiş bir şartnameye göre taahhütte bulunmaktadırlar. Şartnamenin özelliği, ürünün üretiminden reyona konmasına kadar izlenilen yolun takibi ve aynı ürünün bağımsız kuruluşlarca kontrol edilmesidir. Biz de, seçilmiş üreticilerin üretim biçimlerinin dönüştürülmesine ekonomik olarak katlanabilmeleri için onlara bu çabalarında uzun yıllar boyunca destek vermeyi taahhüt etmekteyiz. Kalıcı birliktelikler inşa etmeyi başarabildik çünkü 1992 yılından beri imzalanmış, 221 kalite serisi sözleşmesinden hiçbiri bugüne kadar feshedilmedi. Her ülkede kalite serileri başlatmak, bunların sayısını artırmak, arzımızı genişletebilecek ve çeşitlendirilecek şekilde hacimleri geliştirmek ve bunları, tüketici için daha erişilebilir kılmak için uğraşıyoruz. 2002 yılında birçok uluslararası taahhütte bulunduk. Özellikle Fransa ve Belçika için müşterek bir morina balığı serisi hazırladık ve yakında bu başka Avrupa ülkelerinde de uygulanacak. Önce sağlıklı bölgelerde sürekli balıkçılık yapabilecek partnerleri belirledik. Daha sonra, kaynak yönetimi ve balıkçılık sistemleri açısından en yetkin olanlara öncelik tanıdık. Buradaki fikir, müşterilerimize en iyi kaliteyi en iyi fiyatla sunmaktı. Avrupalı müşterilerilerimizin beklentilerine cevap vermek için, Brezilya'da üzerinde genetik olarak oynanmamış bir soya kalite serisi başlattık. İkinci bir beklenti ekseni de, ülkelerarası alışverişin artırılmasıdır. Yerleşik olduğumuz ülkelerde yerel üretimi daha dinamik kılmak için kendi çapımızda katkıda bulunmak amacıyla bu tür çabaları daha da güçlendirmek istiyoruz." Bakın dünya nasıl küçük bir köye dönüştü! Fransız müdür içerideki işlemleri de anlatıyor. "Örneğin kiraz ve kayısılarımız Malatya ve Toros Dağları'nın doğal ortamından. Meyvelerin üretiminde kimyasal ve sentetik gübreler, ilaç ve hormonlar kullanılmaz. Ürünlerin hastalık ve zararlılarla mücadelesi doğal işlemlerle yapılır. Üretim alanlarında toprak, su ve havaya karışarak birikim yapan kimyasal girdiler kullanılmaz. Kirazların kayısıların üstün kalite ve lezzetlerini sağlamak için renk, tat ve şeker oranları standartlara göre belirlenerek hasat ediliyor. Meyvelerin üretiminin yanısıra, işlenme, depolanma ve nakliye aşamasında, kimyasal maddelerin kullanılmadığının, hasta ve zararlılarla doğal mücadele yapıldığının kontrolü, uluslararası sertifikasyon firmaları tarafından yapılır." Peki Türkiye'deki diğer örnekler? 2002'den beri levrek, çipura, alabalık, kayısı ve kiraz üretiminde bu proje kapsamında üretim yapılıyor. Gördünüz mü laf nereden nereye geldi. Ne diyelim? Bir müsibet bin nasihatten iyidir. Ümid ederiz ULLA bizi tümü ile uykudan uyandırır!
|