| |
'Scipio Africanus'
Galiba halimiz biraz komikti. Sabah oldu mu ben 'laptop'u alıp aşağıya iniyor, ağaçların altındaki, denize nazır o masaya kuruluyordum. Sabrinas Haus'un çalışanları durumu kanıksamıştı. Bir peçetenin üstüne 'EA' yazıp masayı 'rezerve' ediyorlardı. Kahvaltı ve kahve faslından sonra, ceptel vasıtasıyla internete giriyor, alelacele 'gameknot.com' sitesini açıyordum. Acaba rakiplerim hangi hamleleri yapmışlardı? Müren beyin durumu da farklı değildi. O da elinde, bir kitap büyüklüğündeki satranç bilgisayarıyla aşağıya iniyor... Bir masaya konuşlanıyor... Yemekten, denizden, sohbetten fırsat buldukça çeşitli pozisyonları analiz ediyordu. Sonra Ankaralı işadamı Müren Gökeri ile tanıştık. Konu konuyu açtı. Satranç matranç derken laf döndü dolaştı orduya geldi. Bir ara savaş tarihine merak saldığım için, ona üç beş kelimeyle 'yıldırım savaşı' teorisyenlerinden, Alman tank generali Guderian'dan söz ettim. O da bana 'Scipio Africanus'u anlattı.
NAPOLYON'DAN ÜSTÜN Afrikalı Scipio (İ.Ö. 185-129), Romalı bir komutandı. Bir taktik dehası, 'endirekt savaş'ın ustasıydı. Roma'yı tehdit eden Hannibal'in Kartaca'sına karşı savaşırken, akla hayale gelmedik hilelerle rakibini aldatıyor... Böylece az sayıda askerini gayet ekonomik biçimde kullanarak üstün güçleri yenebiliyordu. İngiliz savaş tarihçisi B.H. Liddell Hart bu önemli komutanı anlatan kitabında, "Scipio, Napolyon'dan üstündür" demişti. Peki böyle değerli komutanlara sahip bir imparatorluk nasıl çöktü? Bu soruya cevap arayan nice çalışma vardır. Bunların bazısı ayakları yere basan, bir devletin yükseliş ve çözülüşünü ekonomik-siyasi nedenlere bağlayan incelemelerdir. Tabii bir de 'fantastik' açıklamalar bulunur. Mesela gazetelerin pazar ilaveleri, "Roma'yı bitiren zehirli şaraptır" türü yazıları pek sever. Gülmeyin. Zayıf da olsa ilginç bir açıklamadır bu. Bakın bu zehir hikayesini "Antik Çağ'da Bağ ve Şarap" (İletişim Yay.) adlı yeni çıkan son derece ilginç kitabında arkeolog Ersin Doğer nasıl anlatıyor... Efendim şarap antik çağda çok önemliydi. Şeker deposu olduğu için hayati bir besindi. Ne var ki o dönemde şarabı saklamak kolay değildi. Kısa sürede bozulup sirkeleşiyordu. Peki ne yapmalı? Derken, 'sapa' denilen ve 'kurşun' kazanlarda kaynatılarak elde edilen yoğunlaştırılmış şırayı şaraba kattıklarında bozulmanın önüne geçebileceklerini keşfettiler. Sapa sayesinde en dandik şarap dahi kendine geliyordu.
GERÇEK, ŞARAPTADIR Ancak bilmedikleri bir şey vardı: Sapanın sihri içindeki kurşundu. Kurşun ise vücutta biriken ve insanı yavaş yavaş zehirleyen bir maddeydi. Kurşun kana, iç organlara ve iskelete nüfuz ediyordu. Sonuç: Önce baş ağrısı, uykusuzluk, sarılık, ishal. Ardından mide ağrıları, gut, aşırı kabızlık. Sonra sağırlık, körlük, felç, delilik. Ve nihayet ölüm. Ersin Doğer sapanın bu öldürücü etkisinin ancak 1690'da, Eberhard Gockel adlı bir Alman doktor tarafından keşfedildiğini de belirtiyor. İşte "Roma'yı zehirli şarap çökertti" diyenler tezlerini buna dayandırıyor. Bense bu iddiaya katılmıyorum. Madem sapa böyle korkunç etkilere sahipti... Bugün hayranlıkla söz ettiğimiz zekaları yetiştirmiş... Hukukun temel ilkelerini belirlemiş o büyük uygarlık mutlaka durumun farkına varmıştır. Ve belki de bizim henüz bilemediğimiz bir yöntemle şaraptaki zehre karşı tedbir almıştır. Yoksa niye 'İn vino veritas' ('Gerçek, şaraptadır') desinler?
|