Güçsüz halkların en uzun yüzyılı (IV)
Önümüzdeki 'uzun yüzyıl' zayıflar için bilinenden çok daha büyük zorluklarla dolu olacak. 'Gücün kuralsızlaşması' en önce ve en çok zayıfları vurur. Gün gelip de işler toparlanmaya başladığında ise zayıflar için çok geçtir artık. Maalesef insanlık kendi parçası olan bazı kardeşleri için bu kötü yazgıyı aşamamıştır. Dünyada olumsuz anlamda yaprak kıpırdasa zayıf halklar, kadınlar ve çocuklar hemen onarılmaz yaralar alırlar, ama olumlu anlamda bir yaprak kıpırdasa zayıfların fayda görmesi karmaşık prosedürlere tabi olur ve uzun zaman alır. Zaten 'büyük analizler'in ve 'büyük söylemler'in özü de bu yazgıyı değiştirmeye çalışmak değil midir? Şimdi ise gidişat tam tersine... Dün 'düzen'in sahibi olanlar, bugün düzen fikrinden vazgeçmişcesine adımlar atıyorlar. Ve, 'zayıflar' her zamankinden daha büyük risklerle karşı karşıyalar... Bu nedenle, büyük güçlerin meşruiyet alanında kalmasını sağlayacak mücadele, şu anda dünyanın en öncelikli işidir. Bu esastır ve diğer her şey bununla beraber bir anlam ifade eder. Devletlerin elindeki gücün artık asimetrik yöntemlerle donanmış olması, 'düzen', 'pax', 'meşruiyet', 'adalet', 'eşitlik' ve 'hukuk' gibi kavramların etkisinin fiilen azalması anlamına geliyor. Bir 'süpergüç' boyutuna ulaşan 'yeni terör' ile terörün asimetrik savaş yöntemlerini kullanmaya yönelen devletlerin oluşturduğu bu tablo da, 'zayıf halklar' derin bir 'var olma stratejisi' üretmek zorundadırlar. Belirttiğimiz gibi bunun sine qua non'u (olmazsa olmazı) teröre karşı kesin bir tavır almaktır. 'Ses duyurma kanallarının kapalı olduğu bir dünyada şiddete başvurmaktan başka yol yok' ya da 'başkalarının terör dediği şey esasında bir kurtuluş mücadelesidir' veya 'büyük güçleri durdurmak için şok edici eylemler yapmak gerekiyor, bu durumda sivil ve savunmasız unsurları hedef almak, istenmese de, kaçınılmazdır,' gibi tezler asla kabul edilemez, tümüyle insanlık dışıdır ve özünde küresel terörle paralel boyuta geçilmesi anlamına gelmektedir.
*** Öte yandan dün 'düzen'in eksiklikleri ve çifte standartları yüzünden hak mücadelesinde yalnız ve güçsüz duruma düşürülen 'zayıf halklar', bugün o eksik düzenin bile ortadan kalkmasını teşvik eden gelişmeler karşısında 'yeni ve daha büyük bir düzen fikri'ne vurgu yapmalıdır. Dün 'dünya düzeni' denen şey, 'çifte standart' düzeniydi. Meşruiyet açısından eksikti. Zayıfın hakkını ancak güçlünün çıkarı varsa koruyordu. Fakat bu yapı bile bir şekilde zayıfın hakkını korumak için yol haritası üretiyordu ve bir şey savunulurken her şeye rağmen hukuka referans verilebiliyordu. Şimdi ise her şey birbirine karışmış durumda. Ve dünya ciddi tehlikelerle karşı karşıya... O nedenle, dünün uluslararası düzenine muhalefet eden 'düzen muhalifleri'nin, bugün paradoksal bir biçimde düzen fikrine vurgu yapması gerekiyor. Dün o düzenin eksikliklerine ve çifte standartlarına karşı çıkarak uluslararası düzene muhalefet eden halkların, bugünkü şartları dikkate alıp, yeni bir 'var olma stratejisi' üretmeleri zorunludur. Dünyanın ortak iradesine dayanan, meşruiyeti temel alan, eşitlik, adalet ve özgürlük ilkeleri işleyen bir düzen fikrini savunma düzlemine geçmeleri gerekiyor. Bunun için bir platform oluşturulabilir ama bunun Porto Allegre gibi tepkisel olmaması gerekir. Bu, muhalefet fikrini örgütleyen değil, düzen fikrini inşa eden bir zemin olmalıdır. Eşitlik ve özgürlük değerlerine dayanan 'yeni bir uluslararası düzen' fikrine öncülük etmesi için, dünyanın gidişatından memnun olmayan insanların yeni bir düzen fikri adına düşünce ve eylem üretmeleri gerekmektedir. Ayrıca, güçsüz halklar bu yeni dönemde, ayrılıkçılığa değil entegrasyona yaslanan bir hak ve özgürlük stratejisi izlemelidirler. Güçsüz halklar için bu 'en uzun' yüzyılda var olabilmek; terörle ayrışarak, mücadelelerini bölgelerinde ayrılıkçı olmayan ve entegrasyona vurgu yapan politik tutumlarla yürüterek, hak ve özgürlük arayışlarını, meşruiyet ve adalet çerçevesinde işleyen bir uluslararası düzen fikrinin parçası yaparak ve kendi geleceklerini dünyanın büyük geleceğinin parçası kılarak mümkün olacaktır.
|