Yanılıyor muyum acaba?
Bu dünyada "para konuşur"... "Güç konuşur". Biz gazeteciler, zaten yeterince konuşan, zaten kendi dillerini konuşturan o güçlerle saf tutarak konuşacaksak... Kendimizi güçlü, kendimizi itibarlı, kendimizi şöhret bulabilir... Ama halt etmiş oluruz! Zaten, güçlerin ağzından toplumların diline, beynine yapışmış şablonlarla, zanlarla, illüzyonlarla, yüzeydekilerle haşır neşir olacaksak... Kendimizi haklı, kendimizi gerçekçi, kendimizi çağdaş bulabilir... Ama .ok yemiş oluruz!
*** Kimileri, bu mesleği "ayna" zanneder; "tarafsızlık, objektiflik" gibi yanılgılar ve yanıltmalarla, sanki basit bir yansıtıcıymış gibi sunar. Objektifin bile bir zaviyesi vardır. Nereden bakarsanız, nereden tutarsanız, hangi açıdan uzanırsanız, o kadar. Ayna, önüne konan, karşısına geçirilen, açısına oturan kadar gösterir. Onu bile ters gösterir. Bu iş, basit bir yansıtma işlevinden ibaret olamaz. Güçlü ve genel geçer ne ise, kendini zorla yahut gönüllü kabullendiren her ne ise, onun aynaya oturttuğu şekle mahkum olmakla yetinemez. Hep "ama"ya, hep kuşkuya, hep didiklemeye, perde arkasına bakmaya, madalyonun öteki yüzünü çevirmeye, hep güçlü seslerin, hakim iradelerin ötesine geçmeye muhtaçtır. Geçmeden de gazetecilik yapılır elbette. Ama, tüm özgürlüklerin olduğu gibi, basın özgürlüğünün de temeli olan "vicdan özgürlüğü" su götürür o zaman; vicdani ve insani bir sorumluluk mesleği, başka şey haline gelir. Araziye uymak, sinir uçlarını yontmak, paraya ve güce ilişmek, çeşitli kuvvetlerin çekim ve ittirme hızlarıyla sürüklenmek... Haber alma, haber verme, yazı yazma, görüntüleri kurgulama, gerçekleri arama ve duyurma imkanları ve becerisini; güç ilişkilerinin, mütehakkim anlatıların uzantısı kılmak hakikaten hakikate yakışmaz. Mesele, "ideolojik" zaviyeniz olması değil; her anlatı türünün "ideolojik" olduğunu kavramanızdır. Mesele ille de "muhalif" olmak değil; vicdani ve insani bir hattan tüymemenizdir.
*** O yüzden, mesela, Saddam'ın 300 bin insanının hayatını alan bir diktatör olduğunu belledikten ve lanetledikten sonra ne işiniz biter, ne ruhunuzu kurtarabilirsiniz. Ancak resmi, milli hassasiyet olan Türkmen meselesinde "Amerika'yı keşfetmek" at gözlüğü takmaktır. Liberallik, demokrasi, özgürlük, medeniyet gibi birtakım değerleri temsil ettiği iddiasındaki büyük bir gücün... İlk Körfez Savaşı'nı izleyen ambargo sırasında, kendi "Savunma İstihbaratı" raporlarında yer alan... "Bombardımanlar ve ambargo sayesinde, şartlar, salgın hastalıklar için müsait hale gelmiştir" tespitiyle ve adeta muzaffer ırkçı, soykırımcı edayla hastalıkları tek tek kayda geçirerek, ayda ortalama 5 bin çocuğu öldüren zihniyetine de isyan edebilmelisiniz. 500 bin, evet 500 bin çocuğu öldüren ve "Bu bedele değer diye düşünüyoruz" diyen bir "medeni kafa" karşısında irkilebilmelisiniz. 12 Eylül 1980'i, sadece "Türkiye'yi anarşiden kurtaran müdahale" addederek, ne arkasındaki kontrgerilla faaliyetlerini, ne ABD operasyonlarını, ne sonrasında üniversiteleri, demokratik örgütlenmeleri, ücretleri, maaşları kazıyan, cezaevlerini işkence mezbahasına çeviren halini görmezden gelen kafalar karşısında irkilmelisiniz. O, kendiniz bile olsa!
|