17 Aralık sendromu
Ekonomiden siyasete, üst düzey bürokrat atamalarına kadar her şey aralık ayındaki AB Zirvesi'ne endekslenmiş durumda. Başkente, tam anlamıyla 17 Aralık sendromu hakim... AB Zirvesi'nden, Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerine, hükümetin beklediği gibi, en geç Mart 2005'te başlanması yönünde bir kararın çıkıp çıkmayacağını kimse bugünden kestiremiyor. Zaten, 17 Aralık'ı bekleyenleri de fazla ilgilendirmiyor. Sadece, AB zirvesinden beklentinin ötesinde bir karar çıkması halinde, bunun sorumluluğu üzerine yıkılmış "günah keçisi" olmak istemiyor. AB Zirvesi'nden nasıl bir karar çıkacağına ilişkin Dışişleri Bakanlığı'ndaki beklentiye gelince.. Dışişleri, 6 Ekim'e, AB Komisyonu'nun İlerleme Raporu'na odaklanmış durumda. Üç ihtimalli bir denklem ortaya konuyor: 1- Müzakerelerin başlaması için yakın bir tarih verilmesi ve bununla birlikte izlemenin yapılması. 2- Hem AB'yi, hem de Türkiye'yi rahatlatan orta yol bulunması. 3- AB Dönem Başkanı Hollanda'nın Uluslararası İlişkiler Danışma Konseyi'nin de önceki gün vurguladığı gibi, "Türkiye'ye bir dizi hedefin dayatılması ve bunun sonucunda müzakerelerin başlatılması..." Ankara, son senaryoyu kabul edilemeyecek en kötü senaryo olarak nitelendiriyor. Dışişleri Bakanlığı, 14 Eylül'de açılması planlanan Meclis'ten Türk Ceza Kanunu'nun da çıkması ile birlikte yapılması gereken başka bir ödevin bulunmadığının altını özellikle çiziyor. Dolayısıyla, AB'nin tam üyelik müzakerelerini başlatmak için koyduğu Kopenhag kriterlerinin tam olarak yerine getirilmesi dışında başka bir ödevin kalmadığı anımsatılıyor. "Zorla döndüremeyiz" Buna ilave yeni hedefler getirmenin, "Maç yapılırken kural koymak" olacağı vurgulanıyor. Son dönemde AB içinden geldiği belirtilen, "Kadın-erkek eşitliği" ve "Köye dönüş" konusunda adım atılması gerektiği yönündeki haberlere de itibar edilmiyor. Buna neden; kadın-erkek eşitliğine ilişkin düzenlemenin Meclis'in açılışı ile birlikte çıkarılması planlanan Türk Ceza Kanunu ile getirilecek olması. Köye dönüş konusunda ise Ankara "bu kriter olamaz" görüşünü dile getirirken, yapacağını yaptığı inancında. Üst düzey bir diplomat, bu konuda şunları söyledi: "350 bin kişi daha önce köylerinden bir şekilde uzaklaştırılmış. Bunun 100 bini, 70 bin Euro para harcanarak döndürüldü. Şehre yerleşmiş, okulun, hastanenin yanında ev tutmuş ve bir iş bulmuş adamı, 'haydi gel seni köyüne götüreceğiz' diyemezsiniz..." Vurgu yaptığı bir konu daha var. Aktardığına göre, uluslararası veriler, "köyünden edilmiş kişilerin yüzde 25'inin geri dönmesini büyük başarı" kabul ediyor. Bütün bunlara ve ekonomik tavizlere rağmen, AB Zirvesi'nden beklenenin ötesinde bir karar çıkarsa ne olur? Olabilecek senaryo şöyle özetleniyor: "Demokratikleşme adımlarından vazgeçecek değil ya... AB ile siyasi, ekonomik ilişkiler ile Kıbrıs ve Gümrük Birliği meselesi biter. Türkiye kendisine yeni bir yol çizer..." Verheugen geliyor Bütün bunlar, Rusya Devlet Başkanı Putin 'in resmi ziyaretinin hemen ardından, 6 Eylül'de Ankara'ya gelecek olan AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Günter Verheugen 'e de aktarılacak. Hemen öncesinde de, 4-5 Eylül'de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül , her yıl düzenli yapılan ve "Gymnich Toplantıları" olarak isimlendirilen, AB dışişleri bakanlarının Amsterdam yakınlarındaki toplantısına katılacak. Eylülün ilk yarısında da Dışişleri Bakanlığı ve AB Genel Sekreterliği'nden bir heyet görüşmelerde bulunmak üzere Brüksel'e gidecek. 3 Ekim'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , "Yılın Avrupalısı" ödülünü Almanya Başbakanı Schröder 'in elinden alacak. Ankara'daki gerçekçi beklentiye gelince: "Öyle bir formül bulunur ki; Türkiye'ye soğuk olan AB ülkeleri kendi halkını, müzakerenin belirli şartlarla başlayacağına ikna eder, biz de bunların şart değil, olması gereken izleme süreci olduğunu anlatırız..." Özetle Dışişleri Bakanlığı, "ihtiyatlı iyimserlik içinde" , 6 Ekim'deki İlerleme Raporu'nu görmek istiyor. Siyaset ise 17 Aralık'a kilitlenmiş bekliyor...
|