Tatil kokusu
Ağız tadımın, damak hassasiyetimin, eğlence-tatil kültürümle alışkanlıklarımın "gusto" yazma iddiası hiç olmadı. Olmamalı da. Hem bu işlerin ehilleri var, hem de, maşallah, uzman olmadıkları halde, anlatımdan çok "tanıtım"ı seven gönüllüleri... Ki hepimiz onlarla aynı zevkleri, aynı hayat tarzını paylaşmak zorunda da değiliz, paylaşmak istesek de, herkesin imkanı kendine göre. Bu gözlemi aktarmamın nedeni, dünkü SABAH'ta haberi yer alan "fosseptik kazası."
*** Birkaç günlüğüne, bu kez Çeşme'ye ihanet edip Bodrum'a gidince, hesapladım ki, oraya son ayak basalı 9 yılı bulmuş. Hesap kolaydı, çünkü şimdi 10 yaşını bitiren küçük kızım, o zaman ilk yaşını orada idrak etmişti. Onun bu tarihi anı hatırlamasını ve Bodrum hatıralarıyla dolu olmasını boşuna umdum tabii. O da benim, birkaç iz, birkaç sokak, birkaç köşe dışında, ülkenin medarı iftiharı "tatil cenneti"nde afallamamı önemsemedi sanırım. Kendimizi sadece harika denize bırakabileceğimiz kuytu bir yerde tecrit etmekti tatil girişimimiz. Ama, "Bodrum içinde yeni Bodrum" sayılan Türkbükü'ne şöyle bir ziyarette bulunduk.
*** Çok şirin bir koyda denizle koklaşıp duran Türkbükü, belli ki, sosyetik tavaf merkezi olmuş. En azından, denize kavuşan küçük dere yatağını aşan minik tahta köprünün bir tarafıyla. Bu köprü, sanki ABD-Meksika sınırı. Köprünün bir tarafında, yerli (ve göçmen) halkımız, öteki tarafında yerli (ve tatil göçebesi) milletimiz, barış içinde yan yana yaşıyor. Bir tarafında, ötekilerin kendilerine bıraktığı turistik nemalarla geçinen ahalinin kahvehaneleri... Öteki tarafında, "cafe"ler, otel-plaj-restoran entegre tesisleri olarak yayılan "beach club"ler. Minik sınır köprüsünün tam kenarında, bir Atatürk büstü manzarayı izliyor. Çocuklar dikkat etti, Atatürk'ün yüzü daha çok "halk cephesi"ne dönük. Fakat, sanki başını hafif yan çevirip köprüye ve öteki mükellef ve müreffeh cenaha da yan gözle bakıyor. Çatık kaşlı mı, gülümsüyor mu, "muasır medeniyet"ten kastı tam bu mu, biraz hayal kırıklığı mı var, tam seçemedim.
*** Biz biraz "yaban"ız ya, hayret ediyoruz. Çamur gibi bir yolun iki yanına konuşlanmış "beaçh club" harika buluş: İnsanlar öğleye kadar otel-motel kısımlarında uyuyor. Yani bir ara uyuyordur mutlaka. Sonra, denizin içine çakılıp üstüne yayılmış tahta platformlara minder-döşek yayılıyor. Oradan denize giriyor, tekneye biniyor. Akşam oldu mu, aynı yerler restorana, bara dönüşüyor. Bu kez biraz giyinip yine onların üstündeler. Ancak, karanlık. Birbirlerini görmek yahut birbirlerine göstermek için, masa üstü ışıkların loşluğunda, hoşluğunda, gece görüş mekanizmaları, fosfor donanmış olmalılar. Ne var ki, bu entegre hayatın sadece yatak-şezlong-minder-yemek-içki-müzik-danstan oluşmadığının kokusu, "en in" yerde sosyetik fosseptik patlamasıyla ortaya çıkmış. Yedin, içtin, şey yaptın, nereye gitti hiç merak etmedin durumu. Kendi şeyinde boğulma hali. Lakin, ne gam. Halkı da, milleti de, köprünün iki yanı da, içkisi de, dışkısı da, hepsi bizim. "Türkbükü" de bizim, "Türk.oku" da! Panik yok!
|