Aralık'a doğru
Türkiye'de kamuoyunda da seçkinler arasında da AB projesi uzunca süre ikircikli bir şekilde veya kuşkuyla ele alındı. Çok yakın zamanlara kadar bu projenin Türkiye'yi böleceğini söyleyen yetkililer oldu. 1990'larda Türkiye'nin feci bir şekilde yönetilmesi kamuoyunda projeye yönelik rüzgarın değişmesine yol açtı. Susurluk'tan saçılan ve hala bitmediği anlaşılan pislik, 28 Şubat, depremde devletin perişanlığının ve bencilliğinin ayan beyan ortaya çıkması, nihayet de ülke ekonomisini çökerten büyük kriz AB hedefini giderek cazip kıldı. Batı karşıtı bir geleneğin içinden gelen AKP'nin projeyi sahiplenmesiyle de Türkiye hedefe kilitlendi. Kuşkusuz AKP'nin kendi iktidarını yerleştirmek ve kökleştirmek için AB projesinin gerektirdiği siyasi liberalleşmeye ihtiyacı vardı. Ancak reform paketlerinin geçirilmesi sırasında bunlara itiraz edenler de, asker bile olsalar, kamuoyu tarafından sert bir şekilde püskürtüldüler. Bir bakıma 1990'ların feci sicilinin ardından gelen siyasi temizlik Türkiye'nin yüzeli yıldır süren kimlik krizinin aşılmasına da katkıda bulundu. Pollmark araştırmasının da gösterdiği gibi Türkiye'nin aidiyetini Batı'da görenlerin oranı yüzde elliyi aştı.
Avrupa Birliği ağır kaldı Türkiye AB üyeliğinin gerekliliklerini yerine getirme iradesini bu şekilde üretebildi. AB'nin raporlarında işaret ettiği eksikler hızla tamamlanmaya başladı. Dışarıdan gelen bu baskıyla teşvik karışımı dinamik Türkiye'nin içindeki değişimci enerjinin bu kez etkili olmasını sağladı. Reform çarklarının AB hedefi olmadan da dönüp dönmeyeceği sorusu ise halen gündemde. Başbakan Erdoğan'ın deyimiyle Kopenhag kriterlerinin yerini Ankara kriterlerinin alıp almayacağı henüz belli değil. Müzakere tarihi bu nedenle önemseniyor. Sürecin kalıcılığının bu şekilde sağlanacağı umuluyor. Zira Aralık'ta olumsuz bir karar çıkması halinde çıkarları sarsılan, menfaatleri kesilen grupların, milliyetçi bir tepkiyi harekete geçirme ihtimalleri hayli yüksek. Reformlar Türkiye'de siyasi ve sosyal huzura, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına büyük katkı yaptı. Devamının gelmesi artık bir beka meselesidir. Türkiye AB ile ilişkilerinde kendi kimlik sorununu aşma yönünde hızla mesafe kat ederken AB bu konuda ağır kaldı. Türkiye'nin çok uzun süre çok kültürlü bir toplumu olduğunu kabul etmemesine benzer şekilde AB ülkeleri de birliğin heterojen yapısını henüz içselleştirmiş değiller. Halbuki Avrupa toplumları giderek daha laik ve çok kültürlüler.
Topu taca atmaya çalışmak 12-14 milyon Müslüman bu ülkelerde yaşıyor. Türkiye'nin olası üyeliği Avrupa kimliği konusunda rahatsız edici soruları gündeme getiriyor. Siyasetçiler ise AB'nin gerek toplumsal gerekse stratejik kimliği açısından radikal bir karar vermek gerektiğinden topu taca atmaya çalışıyorlar. Bu nedenle Türkiye'nin üyeliği konusu rahatsız edici. Avrupalıları kim oldukları, hangi değerlerle kendilerini tanımladıkları gibi konularda temel bir takım belirsizliklerle karşı karşıya bakıyor. ABD'yi dengeleyecek bir dünya gücü olmak için Türkiye'nin sağlayacağı stratejik derinliğe AB'nin ihtiyacı var. Türkiye'nin ötesinde Arap ve Müslüman dünyasıyla ve kendi Müslüman vatandaşlarıyla kuracağı ilişkilerin selameti açısından da laik ve demokratik bir Türkiye'nin üyeliği AB için önemli. Süreç uzun sürse de bunun gerekliliğine inananların sayısı da artıyor. Fransa'da kendi siyasi ve toplumsal krizinden fırsat bulup meseleye düzgün bakabildiğinde bu gerçeği görecektir. Dilenir ki uyanma Aralık'tan sonraya kalmaz.
|