Kaza, suç ve insan
Perşembe günü yaşanan ve kaza diye adlandırılması zor facia, Türkiye'de rastlanmayacak bir olay değildi. Başbakan ve Ulaştırma Bakanı'nın tepkileri de Türkiye'de yaşayan insanlar açısından çok şaşırtıcı sayılmaz. Eğer gazetelere yansıyan haberler doğruysa Başbakan'ın bakanlar kurulu toplantısında "biz nerede hata yaptık" sorusunu sormak yerine "bu olay bizim eksi hanemize yazılır" kaygısını dile getirmesinde de kötü anlamıyla şark politikacılığının kalıpları dışında bir yan aramak gereksiz. Hızlı hattın sorumlu bilim insanlarının uyarılarına rağmen açıldığı biliniyor. Bu süre boyunca sesi soluğu pek çıkmamış iletişim kurumlarının linç korosunun başını çekmelerinde de, haklı bile olsalar, şa- şılacak bir durum yok. Türkler böyle yaşar... Tıpkı başında bulunduğu kurum kendisine birkaç beden bol gelen devlet demir yolları müdürünü ve sorumluluğu Allah'a yıkacak ölçüde kendinden geçmiş vekilinin telaşlarında bir sürpriz olmadığı gibi. Ya da istifayı düşünecek çapta olmamalarında gibi. Yersiz bir mertlik gösterisiyle ve daha henüz bir soruşturma yapılmadan sorumluluğu insan hatasına bağlamaya çalışan Bakan'ın ar duygusundan nasipsizliğinde de insana inanılmaz gelen bir şey söz konusu değil. Ne de olsa rahmetli Metin Toker'in deyimiyle "Türkiye'de Türkler yaşar ve Türkler de böyle yaşar". Üstelik Türkler "suçu kanıtlanana kadar insan suçsuzdur" kuralına da pek yürekten inanan bir millet değildirler. O nedenle yetkililer işi makiniste yükleyecek, medyanın öncülüğünde millet de hükümeti, devlet demir yollarını, bakanı ve son tahlilde her şeyin başı sayılan Başbakan'ı suçlu bilecek. Sorumluluk, nitelik ve elzem Ta ki Türkiye'de pek rastlanmayan bir gelişmeyle dürüst bir soruşturma yapılabilsin. Bu soruşturmayla hızlı tren konusunda alınan kararın gerekçelerinden yolcuların üçte ikisini saatler boyunca ölü ilan edebilen iletişim mekanizmasına kadar her şey şeffaf bir şekilde gözden geçirilsin, sonuçlar kamuoyuna açıklansın. Tipik Türkiye Cumhuriyeti refleksleriyle tren kazasına tepki veren AKP ve Başbakan her halde bu tavırla Türkiye'yi yönetemeyeceklerinin de farkındalar. AB süreci yalnızca Türkiye'deki iktidar dengesinin değişmesi, hem siyasal hem sosyal anlamda güç kayması yaşanmasından ibaret bir süreç değil. Aynı zamanda idari yapısıyla iş yapma zihniyetiyle, yetkililerin atanmasından taşıdıkları sorumluluk duygusunun niteliğine kadar köklü bir dönüşümü de elzem kılıyor. İnsan sermayesi fakiriyiz Böylesi bir Türkiye'de insanların cemaatlerine göre değil niteliklerine göre, cinsiyetlerine göre değil yeteneklerine göre işe atanmaları şarttır. Dini inançları (ya da bu inancın eksikliği veya mezhep farklılığı) nedeniyle de, kişisel yaşam tarzı nedeniyle de kimse hak ettiği bir görevden uzaklaştırılamaz. Türkiye'de devrim sayılabilecek siyasi reformları gerçekleştiren AKP'nin de son tahlilde zayıf yanı budur. Siyasetin patronaj musluklarından uzaklaşmak istememesi, kendinden saymadıklarıyla çalışmakta zorlanmaktadır. Halbuki Türkiye, insan sermayesi açısından çok zengin bir ülke değildir. AB üyeliğine soyunacak bir ülkenin hükümetleri de çalışma arkadaşlarına yalnızca bizden olmak ya da olmamak kriteriyle seçme lüksüne sahip değildirler. Tren kazasında yaşamını kaybedenlere Allah'tan rahmet dilerken kendimi de izninizle tatile gönderiyorum.
|