|
|
Ben yokken neler oldu?
Amacım "düz kare" hale gelen hayatımı tatilde yeniden yaşanılır kılmaktı. Peki başarabildim mi?
Herkes gibi ben de izin dönüşlerinden nefret ederim. Yoğunluktan kilitlenmiş bir e-mail kutusu, birikmiş zarflar, okunması gereken bültenler, incelenmesi gereken yeni kitaplar, izlenilmesi gereken bantlar, VCD'ler, dinlenilecek yeni albümler ve bir yandan "Anlat bakalım, nasıl geçti tatil?" sorularına verilen bezgin ve rutin yanıtlar, diğer yandan yazılması gereken bir dönüş yazısı... Tatile giderken amacım; bir süredir televizyon ekranı ve bilgisayar karşısında "düz kare" hale gelen hayatımı tekrar yaşanılır kılmaktı. Televizyon izlemeyecektim, bilgisayarın klavyesine dokunmayacak, radyo dinlemeyecektim. Ama olmadı, olamadı... Zira birbiri peşi sıra gelen acı haberler, "turuncu" olmasını arzu ettiğim tatil keyfimi, "hüzün sarısına" boyadı. Önce "bağıra çağıra gelen" bir tren kazasıyla yakından kumandayı elime aldım. Raydan çıkan tren vagonlarıymış gibi görünse de aslında metrelerce sürüklenip, kağıt gibi buruşan, insanlığın ta kendisiydi. Bu arada TRT dışındaki pek çok haber merkezi de raydan çıkmıştı. "Hızlandırılmış habercilik", ölü sayısını ekranlara 138 diye yazıvermişti!.. Sonra bir acı haber daha yüreğimin ta orta yerine çörekleniverdi. Sevgili doktorumuzu, Feridun Özdingiş'i kaybetmiştik. Soğuk algınlığına yakalandığımda sırtımı dinler, ilaç yazar, beni tedavi ederdi. Galatasaray mağlup olduğunda ise ben onu tedavi eder, teselli verirdim... Nur içinde yatsın... Acı haberlerin ardı arkası kesilecek gibi değildi. Güleç yüzlü doktor Feridun'un ardından, dudaklarımıza her seferinde yeni gülücükler konduran Oğuz Aral da göçüp gidiverdi. Ben Gırgır dergisiyle büyüdüm. Cuma günlerini iple çeker, sabah okula gitmeden önce gazete bayiinin önünde bekler, sonra üç-beş arkadaş, apartmanımızın bahçe duvarının üzerinde Gırgır'ı hep beraber okur, kahkahalarımızla mahalleyi inletirdik. Rahat uyu Oğuz Ağabey, Avanak Avni'yi de sakın merak etme. Ona kendi evladımız gibi bakacağız... Derken bir kara lale de Kamran Usluer'in vefat haberiyle tutuşturuldu elimize... İşe döndüğüm gün ise köşemizin hazırlanmasında büyük emeği olan Günaydın'ın görsel yönetmeni Mehmet Yıldırım'ın babasının vefat ettiği haberini aldım. Allah, hepsine gani gani rahmet eylesin... Ve Pako... Bir dönem Sabah Pazar'da yazan sevgili kedim Siyami'nin en yakın gönül dostu, kalem arkadaşı Pako da aramızdan ayrılıverdi. Üzülme Bekir Ağabey, bahçene ektiğin gülün milyonlarcası hayvanseverlerin gönüllerinde çoktan gonca verdi. Pako koca koca politikacıların, bürokratların, profesörlerin yıllarca anlatamadığını, kısacık ömründe hepimize satır satır belletti... I-ıh... Ben bu tatili hiç mi hiç sevmedim. Siz "Yakından Kumanda"nızı istediğiniz kadar tatile çıkarın, hayat size acılarıyla kumanda etmeyi başarıyor. Hem de yüzlerce kilometre uzaktan...
|