| |
Kısa bir çay ve ihtiyaç molası!
Geçenlerde bir aşk yazısı kaleme almıştım. Belki okumuşsunuzdur. Bu konuda bir iddiam ve hatta bir dürtüm olmadığını da belirtmiştim. Bir nevi "bayram değil seyran değil, amcam beni niye öptü" girişimiydi. Bir denemeydi. Bir "bi'tur versene" haliydi. Hani aşk'inen meşk'inen ilgisi olmayan bendeniz aşk yazsa nasıl yazar'ın cevabını arama durumuydu. Ancak.. Gelen mail'ler bu yazının ciddiye alındığını gösteriyor. Uyarı: Bu yazı komik olması tasarlanan bir aşk yazısıydı. Ciddiye aldığınız için ne demem gerektiğini bilmiyorum. Ama şefkat girişimlerini memnuniyetle karşıladığımı söylemek isterim. Ancak bildiğim bir şey varsa o da "aşk"ın benim tarafımdan yazılması gibi bir ihtiyacı yok. Peki AB'nin Türkiye'ye ne kadar ihtiyacı var? Ne vahşi, ne zekice bir bağlantı değil mi? İşte bana bunun için maaş ödüyorlar; aşktan AB'ye mesafe tanımaksızın bağlantı kuran bir futbolcu olduğum için. Tamam farkındayım, mevzu geyiğe sarıldı. Son veriyorum! Başbakanımız ikna turları için Avrupa yollarında ve "aldırıverin" görüşmeleri yapıyor. Bir yanda vasatın üstünlüğüne inanan bir üretim ve yaşam mekanizması, öte yanda her tür yeniliğin, yaşam kalitesinin artması için harcanan çabanın desteklendiği bir kültür. Bir yanda değişimden ödü kopan, aman iktidarım, yaşam alanım, müdürlüğüm sarsılmasın tehditli değişimlerden korkanların kurduğu sömürge, öte yanda en marjinal fikirleri bile dikkate alıp değer veren bir kültür. Bir yanda genç nüfusuyla övünüp ama aynı şiddetle "o öyle olmaz böyle olur" direktifleri verip "yokuş yapan" bir zihniyet. Öte yanda kadrolarını gençleştiren, yeni cümlelerin ihtiyaç olduğunu savunan bir birlik. Talep görmeniz için bir ihtiyaç yaratmanız gerekir. Biri bana AB'nin hangi ihtiyacını karşılayacağımızı söylesin lütfen? İhtiyaç duyduklarını zaten alıyorlar, daha fazlasını istediklerini sanmıyorum. Hyde Park'ın ortasında gecekondu çay bahçelerine ihtiyaçları yok! Muhtelif çap ve ebattaki kriterleri yerine getirmekle bu sınav geçilmiyor. Daha fazlası gerek ve o daha fazlası şimdilik yok. Bu sadece iktidarlar veya yönetimlerden oluşan bir sorun değil. Bireylerin de içinde olduğu toplumsal bir yetersizlik. Vasatın kutsandığı bir yetersizlik belki de. Bu vasatlıktan sıkılmış biri olarak şunu söyleyebilirim. Varlığınızla hayatımı, yaşam koşullarımı alıp yerle bir edebilirsiniz. Ama "o" zihniyeti kabul ettiremezsiniz. Peki bir birey olarak ben bir ihtiyaç yaratıyor muyum? Bu aralar düşündüğüm tek şey bu, henüz bir cevabım yok.
|