| |
Sansasyonun bedeli
Başbakan Erdoğan gelecek hafta Paris'te son derece keyifsiz bir Chirac'la karşılaşacak. Çünkü koskoca Fransa Cumhurbaşkanı, mitoman (yalan söyleme hastası) bir kadın tarafından, argo deyimle, fena halde işletildi. Sadece Chirac mı? Başbakan Jean-Pierre Raffarin'den İçişleri Bakanı Dominique de Villepin'e kadar tüm hükümet üyeleri de... Tüm partileri ve milletvekilleri de... Tüm sivil toplum örgütleri ve medya da... Her şey geçen cuma günü Marie-Leonie L. adlı 23 yaşındaki kadının Paris'te polise başvurmasıyla başladı. Bir banliyö treninde Kuzey Afrikalı 6 gencin bıçaklı saldırısına uğradığını söylüyordu. "Pis Yahudi" diye bağırarak tişörtünü parçalamışlar, saçını kesmişler, karnına gamalı haç çizmişler, 13 aylık bebeğinin arabasını trenden dışarı atmışlar ve çantasını alıp kaçmışlardı. Daha vahimi, vagondaki 20 kadar kişiden hiçbiri kılını bile kıpırdatmamıştı.
Siyasiler yarışıyor Fransa'da kıyamet koptu. Çünkü ülkede Yahudi karşıtı saldırılarda artış vardı, son olarak 16 yaşındaki bir genç bıçaklanmış, iki hafta önce de bir Yahudi mezarlığına gamalı haçlar çizilmişti. Saldırıdan sadece bir gün önce Fransız halkını ırkçılığa ve Yahudi düşmanlığına karşı şahlanmaya çağırmış olan Chirac, "Bu alçakça olaydan dehşete düştüğünü" açıkladı. Ardından Başbakan Raffarin'in Fransızlar'ı "Cesur yurttaşlar" olmaya çağıran açıklaması geldi. Bunu parlamentonun çalışmalarına ara verip milletvekillerini protesto gösterilerine göndermesi izledi. Yaz dönemi nedeniyle haber sıkıntısı çeken medya da olaya balıklama atladı. Televizyonlar, radyolar akla gelebilecek herkese mikrofon uzattılar. Tabii gazeteler de geri kalmadı: "Korku treni" manşetleri attılar, başyazılarını bu konuya ayırdılar. "Kuzey Afrikalılar defolsun" sloganlarıyla hedef gösterilen Tunuslular, Faslılar, Cezayirliler, hatta Fransa'daki tüm Müslümanlar korkudan evlerine kapandılar.
Herkes için ders var Ve dün şok: Polisin "hikaye"deki tutarsızlıklardan kuşkulanıp tekrar tekrar sorguladığı Marie-Leonie, Yahudi olmadığını, saldırıya uğramadığını itiraf etti. Yalnızlıktan bunalıma girmiş, dikkati çekerek çevresinin kendisiyle ilgilenmesini sağlamak için bu senaryoyu uydurmuştu. Tabii yine kıyamet koptu. Ama bu kez utançtan. Biraz da vicdan azabından. Örneğin medya "Elimizde Marie'nin iddialarından başka bilgi olmadığını nasıl farketmedik? Saldırıyı gördükleri söylenen vagondaki 20 kişiden birinin bile tanıklık için başvurmadığını neden düşünmedik? Gazeteciliğin en temel kurallarını nasıl unuttuk?" sorularına yanıt arıyor Bu eleştiri ve özeleştiri furyasından siyasetçiler de nasiplerini alıyor: Soruşturmadan, doğrulatmadan nasıl kınama demeçleri verirlermiş... Türkiye'nin başından böyle bir şey geçti: 1955'teki ünlü 6-7 Eylül olayları. Bir gazetenin "Atatürk'ün Selanik'teki evi bombalandı" asparagası İstanbul'daki Rumlar'ın saldırılara hedef olmasına, evlerinin, işyerlerinin yağmalanmasına yol açtı... Milyonları sokağa dökmeye, toplu isteri ortamı yaratmayı bir yalan yetebiliyor. Hele iletişimin ışık hızını yakaladığı günümüzde. O nedenle, başta siyasiler olmak üzere tüm sorumluların ağızlarını açmadan önce boğazın dokuz boğum olduğunu hatırlamalarında büyük fayda var.
|