|
|
|
|
Arapça karım, Fransızca ise metresim gibi oldu
Işığın O Kör Edici Yokluğu'yla IMPAC ve Lempedusa gibi iki önemli ödül kazanan edebiyat devi Tahar Ben Jelloun'la Paris'te konuştuk
Tahar Ben Jelloun'un son yıllarda Nobeller kadar heyecanla beklenen ve dünyanın en büyük para ödülünü veren IMPAC'ı kazandığını, ayrıca 5 Ağustos günü, Claudia Cardinale'nin elinden Lempedusa ödülünü alacağını duydum ve "fırsat bu fırsat" deyip telefona sarıldım. Ama maalesef Ben Jelloun ertesi gün ailesiyle birlikte Fas'a gidiyordu, Le Monde, NY Times ve Republica gazeteleri röportaj bekliyordu. Daha bavulları bile hazır değildi. Son bir umutla ortak dostlarımızın adını verince, Tahar Ben Jelloun, "Hadi gelin o zaman, ben valiz yaparken bir kahve içeriz" deyip, Saint Germain'deki ofisinin adresini verdi. Ve on beş dakikada bitmesi gereken sohbetimiz çok uzun sürdü. Röportajı kenara bıraktık, yıllarını Paris'e vermiş ama içinde öteki kültürün, oryantalliğin izlerini taşıyan iki insan olarak , bu çift kültürlülüğün verdiği düşünme biçimini, beden dilini, hayat görüşünü didik didik ettik. Ve galiba o bana daha çok soru sordu.Çünkü "Tahar Bey", tüm romancılar gibi doğuştan meraklı bir şahsiyet.
* Ama ben aynı soruların cevabını sizden almak için gelmiştim. Fransızca yazan bir Faslı olarak ya siz, nasıl bir ilişki içindesiniz bu iki dille? Biri karım, diğeri de üzeri tüllerle örtülü metresim.
* Çok hoş bir metafor. Ve inanın doğru bir metafor. Mesela Arapça Kuran dili olarak kalmış fazla edebi bir dil olduğundan aşk sahneleri, açık saçık sözler aklıma hep Fransızca olarak gelir benim. Bazen de bir deyimin Arapçası daha uygun geliverir yazdıklarıma. O zaman o bölümü Arapça olarak yazar, sonra tercüme ederim.
* Fas'ta yaşıyor olsaydınız yaptığınız edebiyat çok farklı olurdu herhalde. Kesinlikle. Yazmaya ilk başladığım yıllarda ezilen bir halkı anlatmaya çalıştığımı, ama Fransızca yazdığım için o halkın bunu okuyamayacağını düşünerek mutsuz oluyordum. Bir gün bu konuyu Ernesto Sabato ile konuştum. O bana, "Önemli olan tek şey yazmaktır, hangi dilde olursa olsun" demişti. Gerçekten de öyle oldu, artık Arapçaya da çevriliyorum.
* Hem Avrupalı, hem Arap mısınız? Avrupalıların rasyonelliğini, dakikliğini ve gazeteciliğe devam ettiğim için bilgi aktarmaktaki kesinliğini seviyor ve uyguluyorum. Bir yandan da Fransız yaşam biçiminde eksik olan insan ilişkilerini özlüyorum. Doğuya has cömertliği, hayatın sürprizlerini sevmeyi. Belki de ben, sosyolojik olarak Fransız, psikolojik olarak Faslıyım diyebilirim.
* Hapishane yaşamını tanıdınız mı? Hayır. Benimki, 22 yaşında girdiğim, "light" bir toplama kampıydı. Oysa kitapta anlatılan hapishane korkunç bir yer. Benim o kahramanlarla tek ortak yanım kapatılma ve bir gün oradan çıkacağımdan emin olamama hissiydi. Bana bu kitabı yazdıran da o duygu oldu.
* Türk edebiyatıyla ilişkiniz nasıl? Az tanıyorum. Yaşar Kemal'i ve Nedim'i (Gürsel) okudum. Ve elbette ki Nazım'ı tutku derecesinde seviyorum. Abidin Dino iyi dostumdu. 1973'de Le Monde'da yayınlanan ilk makalem "İnsan Manzaraları" hakkında bir yazıydı. Ama Türkiye'yi az tanıyorum. Ben Türkiye'yi Yılmaz Güney'in filmlerinde yaşadığım şokla tanıdım.
* Başlamadan önce kurguyu yapan yazarlardan mısınız? Karakterleri yaratırım ama nereye gideceklerini kestiremem. Lokantaya giderken ne yiyeceğime de önceden karar vermem ben. Önceden plan yaparsam kendimi ödev yapar gibi hissediyorum.
* Bir milyon satan ve bir çok ülkede ders kitabı olarak okutulan "Kızıma ırkçılığı anlatıyorum" adlı kitabınız gerçekten kızınızla diyaloglarınızdan mı çıktı? Tamamen. Sonra da "Kızıma İslamı anlatıyorum"u yazdım.
* Ben de çocuklarıma İslamla ilgili genel kültür bilgilerini o kitapla vermiştim. Çok sevindim. Yaz sonunda da "Kızıma nefreti anlatıyorum" çıkacak. Çocuklarımıza kültürler arası nefreti anlatmamız bir gereklilik haline geldi...
Sedef Ecer
|
|
|
|
|
|
|
|
|