| |
NATO sendromunun kurbanı oldum
Yazarımız Savaş Ay, "barış anlaşması" süreci nedeniyle kırmızı alarma geçen Sudan'da başkanlık sarayını görüntüleyince gözaltına alındı. Savaş Ay 5 saat süren bir sorgu sonrası serbest bırakıldı....
Yıllar önce Kızıldeniz'de balık tutmaya gelip bin türlü sorunun içine düşen, bir kısmı reise isyan edip kaçarken teknesi, 15 yaşındaki oğlu ve bir de küçük maymunuyla Port Sudan'da önce esir sonra rehin kalan Lahanacı Recep Kaptan geldi aklıma. Onlarla röportajlar yapmaya ilkin Mısır'a, oradan Sudan'a gittikleri ortaya çıkınca da Port Sudan liman kentine gitmiştim. Ama dedim ya bin macera sonunda tayfalar kaçmış, reis ve oğlu kalmıştı geriye bir tek. Üzerinde koca harflerle "lahanacı" yazan tekneyi görünce sevinmiş güvertede nöbet bekleyen silahlı askeri görünce irkilmiştim. Meğer tekneyi bağlamışlar başına nöbetçi koymuşlar, reisi de tutsak etmişler. Neymiş; memleketten para gelsin, kaçak balıkçılığın cezasını ödesin, kendilerine güya koltuk çıkan Mısırlı ortaklarına olan borçlar eda edilsin. Uzatmayayım, dönüp rahmetli Adnan Kahveci'nin de yardımlarını alarak 1 ay sonra kurtarılmasını sağlamıştım Recep Reis'in. Bu yüzden yazı işleri "Haydi yallah Sudan'a gidiyorsun" dediğinde çocuk gibi sevindim. Oh ne güzel. Hem nostalji yapacağım, hem o kimselerin girmeye yanaşmadığı mıntıkalarda tozumu pasımı silkeleyeceğim.
POLİS KESTİ ÖNÜMÜZÜ! Vize işlemlerinin 1 ay kadar sürdüğünü geçiyorum. Yeşilköy'den yola koyulup Kahire durağında 5 saatlik haybeden bekleyişi, sabah karanlığı uykusuz gözlerle Hartum'a inişimi söylüyorum yalnızca. Gümrüktü, bagajdı, pasaporttu derken işlemleri de yiyip bitirip besmeleyle ayak bastım havaalanından dışarıya. Taksi tutmak müşkül iş. Bir kolundan biri, diğerinden ikisi çekiyor şoförlerin, aynı anda da pazarlık yürüyor. Lakin Sudan ahalisi inanılmaz şirin, sevimli, sıcak ve dost canlısı. Sonunda birine evet diyor, atıyorum kendimi taksiden içeri. Yorgunsun be adam. Otelin adını da söylemişsin. Yol boyunca acuk kestirsene. Bak zaten hoşafsın az biraz dinlensene... Ama ne gezer? Ben kendime ne zaman laf dinletebildim ki? Neymiş yol üstünden başlayacakmışım çekime. Eh peki yolu, yol üstü binaları, adamları, kadınları, arabaları otobosları dükkanları çeke çeke gidiyoruz. Tam bir ana kavşağa geliyoruz ki, o ne? Önümüzü polisler kesiyor. "Durun, amanın etmen eylemen!" filan diyemeden karga ve tulumba hallerde derdest edip önce dışarı, sonra tekrar taksiye çıkarıp tıkıyorlar beni. Fotoğraf çekmek zinhar yasakmış meğer.. Elimde koca belge var. Sudan'ın Ankara Büyükelçiliği yazmış belgeyi. Ne iş yaptığımı, adımı sanımı, oraya gelince zaten fotoğraflar çekeceğimi yazıyor kağıt. Ama "Hayır!" diyorlar başka demiyorlar.
FİLM GİBİ BİR KARAKOL Krokodil Dandi filmlerinden alıştığımız görüntülerin cirit attığı bir karakola geliyoruz. Tam 5 saat derdimi anlatabilmek, bir eş dost akrabaya ulaşabilmek için ter döküyorum. Sonra gazeteden Emre arıyor. Dış Haber Müdürümüz olaraktan elçiliği, dış işlerini, bütün bura Bakanlıklarını haberdar etmiş. Daha doğrusu ayağa kaldırmış. Sevgili okurlar; karakol ve göz altı meselesini tatlı tatlı anlatmayı, diğer detayları dönüşe bırakıp o arayı atlıyorum. Dün akşam üstü itibariyle yeniden özgürüm. Elime ilaveten bir başka izin belgesi, yanıma da kapı gibi bir Sudanlı mihmandar verdiler. Defalarca özür de dilediler. Barış Andlaşması süreci diye her an porovokasyon olabilir endişeleri varmış. Kırmızı alarm vaziyetlerindeymişler. Bizdeki NATO sendromunun ikiz kardeş duygularındalar yani. Ben de bilmeden tam da başkanlık sarayı önünde çekim yapınca, James Bond avlar gibi atılmışlar üstüme. Neyse burada keseyim, tekrar çekimime döneyim. Annem ararsa iyi olduğumu söyleyin. Eyvallah...
|