| |
İfade özgürlüğü mü, sonsuz tüketim özgürlüğü mü?
Televizyonda Dünya Gazeteciler Birliği Kongresi yayınlanıyordu. Evden çıkmadan önce göz ucuyla baktım. Özetle; sektör daha iyi nasıl olur, internet ve televizyonun olduğu ortamda nasıl mücadele verilir, daha çok ilan nasıl alınır, ifade özgürlüğü sonuna kadar nasıl ifade edilir eksenindeydi konuşmalar. En önemli cümle Yaşar Kemal'den geldi: "Basının görevi, yok olan değerlere sahip çıkmak"... Son 20 yıla bakacak olursak medyanın bu anlamda artısı mı çok, eksisi mi? Yani tek sorun ifade özgürlüğü mü? Irak'taki işkence resimlerinin yayınlanmış olması tüm günahları affettirecek nitelikte mi? Daha ne kadar buna tapınacağız? İkinci Dünya Savaşı sonrası, dünya demokrasi ve ifade özgürlüğü anlamında ulaşabileceği en üst noktaya ulaşmış durumda. Yine aynı dönemde dünyanın en zengin iki yüz kişisi, dünyanın en yoksul iki milyar dar gelirlisinin toplamından daha çok servet edinmiş. Yine aynı dönemde küresel iletişim karteli doğmuş. Yani bilginin akışı bir avuç çok uluslu grubun kontrolüne geçti. Tabii bu modelin yerel uygulayıcıları da büyük abilerini örnek almada hiç gecikmediler. Sonuç: Bitmeyen tükenmeyen bir "gösteri"yi pişirip pompalayıp vatandaşın beynine çakmanın keyfini sürüp, rantını yemek. Küresel bir beyin sömürgeciliğinden söz ediyorum. Nasıl yaşamamız gerektiğinden tutun, kimi örnek alacağımıza kadar uzanan bir laylaylom dünyasının figüranları, kimi zaman da başrol oyuncusu olduğumuza itirazı olan var mı? Ve böylesine robotlaştırılmış bir düzende neyi ifade edeceğiz? İfade özgürlüğü kimin umurunda olur ki? Vatan gazetesinin pazar eki çarpıcı bir haber yapmış. 54 dakika süren bir dizinin 61 dakikalık reklam kuşağı varmış. Yani diziyi izlemek isteyen "hayatının büyük bir kısmını" ekran başında geçirmek zorunda. Hafta boyu aynı diziyi pompalama çabalarını anlatmıyorum bile. Dizi izleyip hayat biçimi belirlemeye çalışmakla, reklam izleyip marka manyağı olma arasında debelenip duruyoruz. Ve bu şartlar altında ifade edecek bir şeyimiz kalmıyor. Olacak tek şey tüketim özgürlüğüne tapınmak olabilir ancak. Pasifize edilmiş kitleler, devam eden laylaylom düzeni, anlık hazların karşılanması... İsteyerek veya istemeyerek, belki çoğu zaman farkında olmadan basının bunda hiç mi suçu yok? İşkence resimleri basıldı diye aklanabilir miyiz? Akıl sağlığının ve değerlerin bitirildiği bir dünyada kongreyle ilgili aklıma bunlar takıldı.
|