| |
|
|
"Basında rekabet" sağlıklıdır, "basında kavga" tehlikelidir!
Nereden başlamalı, nasıl anlatmalı bilemiyorum. Söylemek istediğim şu. Çok büyük çoğunluğu ile gazeteciler, çalıştıkları medya sermayesine bağlı olarak kişilikleri, siyasi eğilimleri ve hayat tarzları belirlenen insanlar değildir. Ama yine çok büyük çoğunluğu ile gazeteciler, çalıştıkları medyanın başarılı olması, rekabette öne geçmesi için, kendilerini parçalarlar. Hürriyet'tekiler bunu "Aydın Doğan daha fazla para kazansın" veya Sabah'takiler bunu "Turgay Ciner daha zengin olsun" diye yapmaz. Bu, mesleğin doğasından kaynaklanan bir dürtüdür. Örneğin bir gazetenin sınai girdileri, elbet vardır. Kağıt, mürekkep, matbaa makineleri gibi, kilo ile ölçülen, atomları olan girdilerdir bunlar. Fakat gazeteyi gazete yapan asıl girdiler, haberdir, yorumdur, fotoğraftır, bilgidir. Televizyonda da, vericiler, kameralar, montaj masaları vardır. Ama televizyon kanalını, haberler, programlar, diziler farklı kılar. Medyada çalışanlar, beyinlerini, bilgilerini, ruhlarını dökerler bu kilo veya metre ile ölçülemeyen hammaddeyi, diğerlerinden farklı üretmek için. Bütün bunları hatırlatmaktaki nedenim şu: Medya sermayesinin sahipleri ve özellikle Aydın Doğan, kamuoyuna "Kavga" biçiminde yansıyan "Rekabet" konusunda, daha özenli davranmak zorundadır. Dün yine Milliyet'te, Çukurova Grubu ve Mehmet Emin Karamehmet hakkında, "İnşallah kurtulmazlar" içerikli bir haber vardı. Daha önce de, yine bir vesile ile Aydın Doğan, kendisi dışındaki medya patronlarını aşağılayan ifadelerle bir konuşma yapmıştı. Dinç Bilgin'in 28 Şubat'a endeksli hatalı davranışları sonunda düştüğü zor durum ertesinde, "Sabah"ın hala ayakta kalması ve yeni bir sermaye ile gelişmesi, Doğan Grubu sözcülerinin bir türlü hazmedemedikleri bir olgu. Aynı şekilde "Akşam"ın da itibarlı bir gazete kimliğiyle var olması, yine Doğan Grubu'nu üzmekte gibi görünüyor. Bu grupların ATV'si, SHOW-TV'si de, sektörde rekabeti var kılan önde kuruluşlar.
*** Bu noktada, bazı gerçeklerin hatırlanması gerekiyor. Sorun "sermayenin temizliği" falan değil. Dinç Bilgin'le Etibank dahil her türlü medya dışı serüvenin ikinci ismi olan Zafer Mutlu'nun "Vatan"ı, şu anda Doğan Grubu'nda basılıp, dağıtılıyor. "Vatan"da çalışan meslektaşlarımız da, "Gazetenin sermayesi nicedir" diye sormadan, iyi bir ürün çıkarmak ve rekabette başarılı olmak için, harıl harıl çalışıyorlar. Doğan "Sabah"a sahip olsaydı, herhalde Zafer Mutlu ve ekibi, şimdi "Vatan" yerine "Sabah"ta olacaklardı. Aydın Doğan ve yöneticileri, kendilerince sermayelerin kavgasını sürdürürlerken, biraz da kendi konumlarını ve basının geleceğini de düşünmeliler. Burada devlet ve siyaset kızar ve hukuk dışına çıkarsa, ne Hürriyet, ne Sabah kalır. Sabah'ın, Akşam'ın varlığı, Hürriyet'in de teminatıdır. Aydın Doğan, tek başına sadece bir "Patron"dur. Bankası, petrol şirketi, sigortası ve medyası da olan bir patron. Ama Sabah, Hürriyet, Akşam, Cumhuriyet, Yeni Şafak, Zaman, Milliyet ve diğer yayın organları bir arada "Basın"ı oluştururlar. Bunlara tüm kanallar da eklenince, "Medya" çıkar ortaya. İşte bu, anayasal demokrasilerin "4'üncü kuvvet"idir. Birer birer yayın organları ve bunların rekabeti, her birinin güvencesidir de. Tek başına "Basın Patronu" olmak ise tehlikelidir. Buna, çoğunlukla hem devlet, hem siyaset, hem toplum, fazla severek bakmaz. Yani bu sermaye kavgasının dozunu kaçırıp, medyanın kendi kendisini yemesinden vazgeçilmelidir. Uzanlar da, gazeteleri, televizyonları, telefonları, barajları, fabrikaları olan bir medya imparatorluğuydu. Korkmaz Yiğit de, Milliyet'i, Yeni Yüzyıl'ı, 4-5 tane kanalı alırken o günün "Medya İmparator Adayı"ydı. Özetle, işin tadını kaçırmamak gerekiyor. Burası neticede Ortadoğu'dur. Burada "sadece ben varım" diyenin yolu, sonunda mutlaka kesilmek istenir. Krizden yeni çıkmış bir medyayı, kriz üreterek zorlamak, kimseye yarar sağlamaz.
|