Aspendos'taki çınar ağacı
Antalya Aspendos'u çevreleyen, çınar ağaçlarının dili olsa da konuşsa... Öylesine keyifle eser, öylesine hayat dolu sözler fısıldarlar ki.. Siz bu satırları okuduğunuzda, binlerce yıllık Aspendos tiyatrosunda, Fazıl Say'ın "Nazım Hikmet Oratoryosu" sahnelenmiş olacak. Nazım'ın pek sevdiği "çınar ağaçları" da keyiften caka satacak. Ne hoş bir tesadüf ki Fazıl, Nazım'ın 41. Ölüm Yıldönümü'nde büyük ozanı piyanosunda çıkan muhteşem ezgilerle anıp, saygısını da gösterecek. İbrahim Yazıcı şefliğinde Bilkent Senfoni Orkestrası... Zuhal Olcay'dan Nazım şiirlerinden bestelenen şarkılar... Genco Erkal'ın şiir sesi... Fazıl Say besteleri... Ve piyanoda Fazıl Say... Ve tabii ki 'olmazı olduran' muhteşem organizasyonuyla Kadir Dursun... Dayanamadım, konseri izlemeden önce yazmak istedim bu satırları. Çünkü bir iki gündür Antalya'da Fazıl'la harikulade sohbetler edip duruyoruz. Konakladığımız Kemer Resort Hotel'inin kıyı diplerinde tatlı tatlı esen rüzgâra kendimizi siper ederek az biraz 'beyin fırtınası' yapıp duruyoruz. Hayattan, ülkeden, müzikten vs... Söz arasında hâlâ yazmakta olduğu yeni kitabı "VEYSEL'İN İÇ SESİ"nin içeriğini anlatıyor Fazıl. Aşık Veysel'in ne kadar büyük bir değer, ama bu ülkenin "poptan curcunası" karmaşasında nasıl da değerinin öne çıkarılmadığını da... Konseri bir başka bahara anlatırız belki ama. Cebimde her zaman saklı tuttuğum ve Fazıl Say'ı anlatmaya çalıştığım "eski bir yazı"dan alıntı yapmak istiyorum şimdi. Yılın 250 akşamı "yeryüzü piyanisti" olarak alkışlanan Fazıl'a. Bir Akdeniz türküsü niyetine... "Şarkı söylemeyi bırakın, bağırılamıyor bile" diye tanımladığı bazı "çok satan, hop oturup hop kalkan popçular"ın abartılışı ve sanatçı diye tasvir edilişi karşısında kızgınlığı... Çok değerli kimi pop sanatçılarının önüne yüksek duvarlar konmasına tepkisi... Müzikte zirveye tırmanmasına rağmen tevazuyla iddiayı harmanlaması... Haksızlıklar karşısındaki haklı çıkışlar... Kimi zaman umursamazlığı ama gerektiğinde aşırı duyarlılığı... Karısına duyduğu muazzam sevgisi... Gözlerindeki kıvılcım... Çok erken gelen şöhretine rağmen budalaşmaması... "Medya Maydonuzu" olmama hali, fotoğraf çektirmek ve röportaj vermekten "sanat" yapmaya vakit bulmayanlara inat, piyano çalmak ve beste yapmaktan röportaja zaman ayıramaması... Birkaç yıl önce "dazlak kafalı ırkçı bir Alman muhabir"in, "Sizce Türk olmak iyi bir şey mi?" diye sanatla ilgilisi olmayan kötü niyetli sorusuna "Alman olmaktan iyidir!" diye okkalı yanıt vermesi!... Beş yaşında piyano çalmaya başlamasına, 15 yaşında, okulun bir numarası olmasına, 18'inde, Federal Alman Hükümet Bursu almasına, 22'sinde, Berlin Akademisi'nde öğretim üyeliği yapmasına, 24'ünde, ardı ardına yarışma birincisi seçilmesine, dünyanın pek çok kentinde yılda yüz konser vermesine, New York Flarmoni Orkestrası'nı arkasına almasına ve dünyaca ünlü pek çok müzik kriterince "dahi" kabul edilmesine rağmen; "Genç bestecilere bir tavsiyeniz var mı?" sorusuna, "Kariyerimin ve yolun başındayım daha. Bunu ustalara sorsanız daha iyi olur" diye yanıt verişi... Hatta, pek çok "ünlü"ye inat, "Kötü konserlerim de oldu. Kötü de çalabilirim!" diyebilmesi... İlk ustası Mithat Fenmen'in ölümü üzerine duygularını anlatırken, "O kadar severdim ki, cenazesinde kalbimin üşüdüğünü hissettim" diyerek gösterdiği çok özel vefası... Çocuk yaşlarında tanıyıp "hayata dair" dersler aldığı Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin ertesinde verdiği konserinde gözyaşı içinde piyanosunun tuşlarına basıp ona "doğaçlama bir ağıt" yakması... "En çok kendi ülkemde verdiğim konserlerden etkileniyorum" deme hali... "Seçkinler müziği" olarak bilinen klasik müzikle sürüp giden meslek yaşamına rağmen Aşık Veysel albümlerini başucundan ayırmaması, Yunus Emre'yle başlayan Anadolu kültürüne ve tabii ki halk türkülerine sonsuz sevgi duyması... Ve böylece "snopluk sınırı"ndan uzak kalması... Ve tabii ki birinci olduğu "Dünya Genç Yetenekler Yarışması"na "yerellik" riskine girerek, kendi eserleriyle, hem de "Nasrettin Hoca'nın Dansları" adını verdiği bestesiyle katılması... İşte bu "ruh beslenmesi"yle geçen yıldan bu yana geleneksel müziğimizle, kendi piyano dünyasını birleştiren projeler geliştirmesi ve yine usta müzisyen neyzen Kudsi Ergüner'le "Klasik Anadolu Müziği" yapması... Geçen yıllardaki bir İstanbul konserinde, müziğe değil de "cebine düşkün" bir telefon sahibini, yani cep telefonuyla konuşan bir "dinleyici"yi (abartsa da) "dünyanın bütün sanatçıları" adına azarlayışı... Yıllardır Avrupa'larda, Amerika'larda yaşamasına rağmen, kendi topraklarının her türlü insani ve kültürel alışkanlığa hiç burun kıvırmaması; yemek türlerinden, folklorüne, günlük kıyafetten (eğer imkan yoksa) konfora düşkün olmama haline kadar... Ve tabii ki "Nazım'ın 100. Doğum Yılı" etkinlikleri çerçevesinde yazdığı "Nazım" bestesinin hakkını vermesinden dolayı da... Kısacası, her ne kadar "kariyerimin başındayım" diyorsa da bence "genç yaşta kariyerinin en üst sınırına gelmiş" bu Ankara doğumlu orta halli bir ailenin tek ve biraz da imkânsızlıklarıyla büyümüş çocuğu Fazıl Say'a saygılar sunuyorum...
|