| |
Büyük şair Lorca'dan Diyarıbekir orakçılarına!..
Diyarbakır nereee, Lorca nere değil mi?.. Gelin kurayım alakayı; Günlerden evveli gün. Saçı sakalı ağarmış bir adam boynunda fotoğraf makinesiyle ta Bağlar'dan yola çıkmış, Mardinkapı'ya doğru piyade gezmelerinde. Yol üzeri rastlaştığı yorgun yüzleri, küskün çehreleri, çocuk afacanlıkları, doğuştan sürmeli ceylan göz sabileri, pazar yerleri, semerciler, eğerciler, bakırcılar, sobacıları tek tek kollayıp, dondurulmuş fotoğraf karelerine dönüştürüyor eli-aklı erdiğince. Ve Diyarbakır'ı adım adım yudumlarken bir şey görüyor, görünce de aklına ozan Lorca düşüyor...
Kurşuna dizdiler Lorca... Federico Garcia Lorca yani. Yani 20 Yüzyıl'ın yetiştirdiği en büyük şairlerden biri. İçinde yetiştiği geleneğin zenginliğini, çağının duyarlığı ve karmaşıklığıyla birleştirmiş, eşsiz bir söz ustası... Ve ne yazıktır ki; İspanya İç Savaşı'nda faşistler tarafından insafsızca kurşuna dizimiş bir büyük ozan. Lorca işte... İşe çıkan orakçı Haydi o ağarmış saç sakal adamını birinci tekil yapayım kendim edeyim... 32 santigrat sıcağın pişirdiği tepeme 'ozan üşüşmesinin' sebebi var elbet. Çünkü yayan hallerde çeke-yürüye gelirken, te Ulu Cami önüne varmışım. Ve ana kapının devamı boyunca uzayan taş duvara yaslanmış iki orak, iki de orakçı görmüşüm. Orakçı... Köyünden, mezrasından "işe çıkıp" tüm hasat mevsimi boyunca yollar tepip, ekinlik arayıp, el tarlasında boğaz tokluğuna orak sallayan adamlar yani... Sordum dediler ki; Burada, bu gördüğümde ise sırtları duvara, yüzleri iş arayıp bulamamaya 'yas'lı adamlar. İşte bu yaslı adamlara sordum -Nedir bu suratlarınız böyle zindan kapısı gibi? Önce sıkılıp, utanır olup, sonradan açıldılar. Öyle bir açıldılar ki hem de; oturduk az öteye çay ocağına, bir saatten ziyade dertleştik... Şeyhmuz'un anlatımı bir güzel bir güzel ki, al romanını çıkart... Diyor ki; "Köylerde ekin biçimi ve harman sonunda törenler yapılır benim abim. Kurtuncalık töreni deriz bunlara. Ekin biçerken, biçen kişilerin şöyle bir giriş çıkışta biçtikleri alana da hon adını takarız. Böyle çalışanlara, yani bizlere, ekibin de başını çekiyorsak şayet, mueddin der bura insanı. Haa bi de Allah vekil söylemeli ki, orak zamanı zengin ve fakir arasında fark kalkar çalışmak bakımından. Bir var ki zengin kendi tarlasında orak biçer, fakir ise ya tarlası olana ırgat gider ya da mevsimlik çırak olarak çalışır benim abim.
Mueddinlik ne demek? "İşte o ekinler biçilip bitirilmeden önce birkaç destelik yer kalır. Hon kesilirken başta duran kişi, yani mueddinler, örf adet icabı deyişler okurdu tarla içinde. İşte biz mueddindik evveli zamanlarda ya. İşin, ekinin bol olduğu devirlerde bizdeki keyif kimselerde yoktu tallahi ya. Ben çok deyiş bilirim diye heep ben okurdum o deyişleri.
Hızır atına pay!..
Mesela derdim ki benim abim; "Ekenler biçer konanlar göçer / Cennetin kapısın cömertler açar / Verelim Muhammed'e salavat. / Sıra sıra söğütler birbirini öğütler / Tarlada hon deren yiğit babayiğitler / Verelim Muhammed'e salavat... "Salavatlardan sonra yerde kalmış en son buğday destesinin sapını havaya havaya savurur tarlaya serperdik. Serperdik ki kurdunkuşun ya da Hızır atının payı çıka. Bi de evlerden kömbe gelirdi. İçli köfte, yağlı ekmek gelirdi. Güle oynaya yer, orağımızı ekin sahibinin önüne koyar, bahşişimizi alır, bütün honcular arasında pay ederdik. Şimdi ağzımıza pay verdi bu işsizlik. Son çıkışta 17 gün gurbet gezdik, tek kol orak sallayamadık. Geldik buraya yaslandık, naçar halde bekleşiriz. Sen de diyorsun ki 'suratınız asık'. Nasıl asılmasın ki a benim abim?.."
Lorkeden Lorca'ya mı?.. Tüh olsun ki; ben o köylük yerlerin böylesi muhabbetlerini de, adetlerini de bilmemdi. Lakin hasbelkader bir-iki satır hafızamda tutarım Lorca'dan. Zaten de dizelere sevdalı yüreklerin, Lorca'dan en az birkaç satırı hemi de ezbere bilmemesi mümkün mü ki? Ve bi de zaten; yaşam kuytularında savrulurken, görüp geçirdiklerimizin; kimileyin onun sözcükleriyle tıpa tıp olması, taş olup gediklere oturması büyüklüğünün bir kanıtı değil mi?..
Balkonumdan duyarım Peki o zaman; işsizliğin örsünde, böylesi boş geçen zaman çekiçleriyle ezilip büzülen o orakçılara bakınca, Şeyhmuz'u ve kaderdaşı Muharrem'i dinleyince, Lorca'dan bin anlamlı bazı dizeleri onların hallarıyla öpüştürmemek elde mi?.. Bir bakın hele ne demiş şair 'Hoşçakalın' şiirinde: "Ölürsem açık bırakın balkonu. Çocuk portakal yer balkonumdan görürüm onu./ Ölürsem açık bırakın balkonu. Orakçı ekin biçer balkonumdan duyarım onu..."
|