| |
|
|
Beylerbeyi'nde kahvaltı
Geçen gün bir lokantanın sahibesiyle sohbet ederken öğrendik: Sokağın hemen karşısındaki ahşap binayı kiralamışlar. Yazın servise onun bahçesinde devam edeceklermiş. Yeşil, mavi, sarı ampullerle ışıklandırmışlar bahçeyi. Masalar tabii ki ahşap olacakmış: Tam bir, 'eski tip kır lokantası' havası... Lokantanın sahibesi dedi ki: "Bir haftadır yağ tenekelerine fesleğen filan dikmekten belim ağrıdı." Yani bir nevi 'geleneğin yeniden inşası' durumu... 'Kendiliğinden' oluşan bir mekan organizasyonu yerine... Tasarlayarak, hesaplayarak, 'eskiden böyleydi' diyerek kurulan bir kır lokantası.
H H H Böyle yerlere karşı değilim elbette. Hatta, Batı'ya özenen, dekorasyonu minimalist, hesap pusulası 'maksimalist', poz yerlere tercih ederim. Ama o geleneğin 'has' olanı daha da hoşuma gider. Hele bir de 'insan sarrafı', güler yüzlü, uyanık garsona rastlarsanız... Mesela dün öğle sularında Beylerbeyi'ne uzandık. Balık ağır gelecekti. 'Ne yemeli' diye tasalanırken 'Marina' restoranın garsonu "Kahvaltıya buyrun abi" demez mi? Mübarek zihnimizi okuyor! Ben zaten 1990'ların 'yeni neresi var' koşuşturmasını sevmemiştim. Dekorasyona para vermekten de hiç hazzetmedim. Beylerbeyi'ndeki yerler o trendin tam tersi. Bu yüzden bayılıyorum... Balıkçılar 'derya kuzularını' satmaya uğraşıyor. 'Sahil kuzusu' haline gelmiş dobiçko kediler ortalıkta dolaşıyor. Turistler çay-kahve içtikten sonra tek sıra olup motorlara dolaşıyor. Pata pata Boğaz turuna çıkıyorlar. Midye toplayan balıkçılar, küçük mendireğe yanaşıp başlıyorlar harıl harıl ayıklamaya... Sağda I. Abdülhamit'in annesi Rabia Sultan için 18. yüzyılda yaptırdığı Beylerbeyi Camii. Solda iskele, kafeler, damardan Trabzonlu İsmet Özer'in pide salonu Kar-Pi... Az ileride biraz tuzlu da olsa kaliteli mal satan bir manav. Dışarıda kahvaltı etmek ne güzel!
|